27 Ağustos 2018 Pazartesi

Taş ve Santa Teresa

Katie Holmes, 2012'de Hans Stern'in reklam yüzü olmuş. Zümrüt küpe nefis ve çok yakışmış.

Brezilya dünyanın taş cenneti, öyle ki ülkenin birçok bölgesi ekonomik büyümesini taş madenlerine borçlu. Pek çok nadir taş, Brezilya’dan çıkıyor ve bu sayede Brezilya dünya pazarının önde gelen oyuncularından biri. Dünyadaki renkli değerli taşların %65'ini Brezilya üretiyormuş. Kabuk ve taşlara meraklıyım. Hal böyle olunca Rio’da bir mücevher atölyesini gezmeden olmazdı.
Hans Stern'in Ipanema merkezi.
Dünyaca ünlü Hans Stern’e gideceğiz. H. Stern’in lüks servisi, küt saçlı ciddi görünümlü yaklaşık 70 yaşlarındaki bir Türk yetkili eşliğinde bizi otelimizden aldı ve hem atölye hem de satış mağazasının bulunduğu Rio genel merkezine götürdü. Ipanema’nın şık sokaklarından birinde.
Kalsedon taşı, kuvars grubundan. Örümcek ağı gibi gözüken de taş. H. Stern'in atölyesi, 10 Nisan 2018, Rio de Janeiro.

Atölyeyi rehberli tur eşliğinde dolaştık: Hans Stern adından da anlaşılacağı gibi bir Alman Yahudisi ve savaş zamanı (17 yaşındayken) ailesiyle Brezilya’ya göç ediyor. Brezilya’daki taşlar karşısında kendinden geçince, özellikle yabancı turistleri hedefleyerek bunu tüm dünyaya tanıtmak amacıyla 1945’te H. Stern’i kuruyor.
Hans Stern atölye turundayız. 10 Nisan 2018, Rio de Janeiro.
O sırada Brezilya’da böyle bir sunum tarzı ve pazar yok tabii, kısa sürede dünya çapında bir mücevher imparatorluğu haline geliyor ve Hans Stern’in kendisine de ‘taşlar kralı’ lakabı takılıyor.
Alçı taşının aldığı muhteşem şekle bakar mısınız? H. Stern, 10 Nisan 2018, Rio de Janeiro.
Başlıca taşlar elmas, turmalin, kuvars, topaz ve opal. Kuvars deyince Rio’da sokak satıcılarında da en çok gördüğüm kuvars türleri, ametist, sitrin ve sadece Rio’da çıkan agate taşı.
Taşın çıkarılması da işlenmesi de meşakkatli süreçler. H. Stern, 10 Nisan 2018, Rio de Janeiro.
Agateye bayıldım. Önceki gece bir sokak satıcısından iki agate almıştım hatta; biri pembe agateden kolye, diğeri masmavi agateden bileklik. Satan Rio’lu bunları kendisi yapıyormuş, taşları kille nasıl tutturduğunu anlattı. Pazarlıkla tanesine 10 real verdim, yaklaşık 12,5 TL (Tabii bu Nisan 2018’de böyleydi, şu an 15 TL).
H. Stern'ün müzevari atölyesi, 10 Nisan 2018, Rio de Janeiro.

H. Stern’e dönersek, ortam son derece şık ve steril. Yalnız bizi ilk etapta otelden alan ve merkezde de ara ara görünen küt saçlı, kemik gözlüklü, az konuşan hanımdan korktum. Hani polisiye dizilerde mafyanın temizlikçileri olur ya, öldürülenleri en ufak iz bırakmadan temizleyen, adli tıp dahil her işten anlayan yetenekli, aşırı dikkatli tiplerden seçilir ki bunların hatasız çalışması beklenir. Bu kadın da öyleydi, H. Stern sanki kendi malı gibiydi, gözleri daima üzerimizdeydi, en ufak yanlışımızda silahını çekecek gibi bir hali vardı. Kadın Blacklist’teki Kate karakterine benziyordu. Amanın kaç kaç…
Blacklist dizisindeki Kate karakterinin hemen aynısı bizi H. Stern'e götürdü.
Firmanın kuruluşu, taşların ele alınışı ve işlenişini dinleyip jemoloji (değerli taş bilimi) laboratuvarını gezdikten sonra satış mağazasına geçtik.
Biz atölyeyi turlarken, taş uzmanları da iş başında. 10 Nisan 2018, Rio de Janeiro.

Burada birbirinden güzel taşlarla bezenmiş tasarımlarla karşılaştık. Fiyatlar da ona göre tabii.
Elmas kesimlerinde doğrular ve yanlışlar. 10 Nisan 2018, Rio de Janeiro.
Hazır koleksiyonlardaki parçalardansa (kolye, bileklik, küpe, saat vb. şeklinde), taş cennetine gelmişken, taşın kendisini almanın daha mantıklı olacağını düşündüm. Ne de olsa buradan alacağım taşın da garantisi olacaktı ve uluslararası gerçeklik sertifikası verilecekti. H. Stern’in 13 ülkede toplam 165 mağazası var.
Atölyeden güzel tasarım örnekleri, bu yeni çalışılmış belli ki. 10 Nisan 2018, Rio de Janeiro.
Başım aşağıda ışıklı reyonları incelerken birden ‘Merhaba ben Hasan’ diye bir ses duydum ve başımı kaldırdım ki karşımda bir Türk. Hem de İzmirli. Ne oluyor kan mı çekiyor ülkeden kaç km ötede? ‘İzledim sizi uzaktan ve anladım’ dedi, ‘ben size yardımcı olacağım.’
Güneş gibi bileklik, çok hoş. H. Stern, 10 Nisan 2018, Rio de Janeiro.

Hikayesi de güzel: Hasan (Ağabey desem daha iyi), İzmir’de bir antika dükkanı sahibiymiş. Bir gün dükkandan içeri Rio’lu bir hanım girmiş - Hanımıyla da tanıştık bu arada, iyi Türkçe konuşuyor-. Kalanı karısı anlattı: ‘Tamam dedim, hayatımın erkeği bu. Ve evlendik, bir çocuğumuz oldu, yıllarca İzmir’de yaşadık, ben sonra memleket hasreti çektim ve 15 yıl önce Rio’ya taşındık.’ Hasan da H. Stern’de iş bulmuş, işinde son derece başarılı.
H. Stern, ünlü Brezilyalı mimar Oscar Niemeyer (1907-2012) anısına, onun eskizlerini kullanarak özel bir koleksiyon hazırlamış. Niemeyer'in soldaki çiçek eskizinden minik bir pırlantalı altın bileklik tasarlamışlar. Harika bir tasarım! Niemeyer modern mimarinin en önemli temsilcilerinden.

Sohbet ederken taşları da inceledim ve London Blue Topazda karar kıldım, net bir taştı, maviyi zaten çok severim.
London Blue Topazın işlenmemiş bir örneği.
Hasan Ağabey de ‘Çok iyi seçim’ dedi, ‘zira bunu başka yerde bulamazsın, nadir bir taştır’. ‘Ayrıca bu taş zero inclusion’dır.’ diye ekledi, yani kusursuz, lekesiz. Böylelikle içime daha çok sindi. Ayrılırken Hasan Ağabey, taşı kendi zevkime göre takı haline getirmek için Kapalı Çarşı’daki Ermeni bir mücevher ustasının kartını verdi. Bu arada mavi topaz, aşk ve şefkatin sembolüymüş, ayrıca kişinin hassasiyetini ve zindeliğini artırırmış. Bu sembolleri bilmeden seçtim ama içerik güzel.

Küt saçlı teyze (a.k.a Kate) eşliğinde H. Stern’in Rio merkezinden ayrıldık ve firmanın servisiyle otelimize bırakıldık. Tabii ki soluğu plajda aldık. Rio’da plaj kültürü ve plaj halleri bir harika.
Bu fotografı ben çekmediysem de -plaja giderken telefon almadık genelde- böyle sahnelerle çok karşılaştık.
Frescobol oynuyorlar: Pinpon raketinin biraz büyüğüyle, yine pinpon topunun biraz büyüğünün kombinasyonu.
Akşam üstü otele döndük ve Santa Teresa’ya gitmeye karar verdik. Hava karardığı ve mahallenin de tekinsiz olabileceğini okuduğumuzdan, Uber ile rahatça ulaştık. Santa Teresa, Santa Teresa tepesinde Rio’nun en güzel saklanmış bölgelerinden biri. 18. yüzyılda aynı adı taşıyan manastırın çevresinde kurulan mahalleyi pek kimsenin bilmediğini okumuştum. Belki de yüzyıllardır bozulmadan kalabilmesi bu sebeptendir.
Santa Teresa, tepelerden Guanabara Körfezi'ne bakıyor, gündüz ve günbatımı manzaraları muhteşem olmalı. Rio de Janeiro.

19-20’inci yüzyıllarda toplumun üst tabakasının tercih ettiği Santa Teresa sokaklarında karanlık da olsa muhteşem birkaç kolonyal mimari örneği görebildik. Dar ve dik Arnavut kaldırımlı sokakları hafif bir eski İstanbul havası da estiriyordu. 80’li yıllarda Rio, favela enflasyonu yaşayınca uzun süre boş kalan ve tehlikeli hale gelen bu tepeye sanatçı ve yabancılar yerleşmiş, birçok sanat stüdyosu açılmış. Dolayısıyla ortam, sanatsal ve bohem. Çevredeki favelalar yüzünden özellikle geceleri halen tehlikeli olabildiği söylenen Santa Teresa çok güzeldi; Rio’ya tekrar yolum düşerse, burada daha çok vakit geçirmek isterim.
Armazem Sao Thiago'da akşam keyfi. Santa Teresa, 10 Nisan 2018, Rio de Janeiro.

Akşam yemeğini yiyeceğimiz yer Armazém São Thiago. Santa Teresa’nın trend restoran ve barlarından. Sevdiğim Brezilyalı şarkıcı Bebel Gilberto’nun bir röportajında Rio’da olduğunda sürekli gittiği mekanlardan biri olarak okumuş ve not almıştım.
Armazem Sao Thiago'da. Fonda Rio'lu dostlarımız. Santa Teresa, 10 Nisan 2018, Rio de Janeiro.
Mekanın tarihi 1919’a gidiyor, burası esasen tarihi bir depo. İçerisi otantik, içki dolapları dahil her şey antika. Söylendiğine göre tam “old school Brazilian”mış. Samimi bir ambiyansı var, mekanın içinde ve dışında mahalleli ile sohbet edebilirsiniz; çalışanları da aynı şekilde samimi, güler yüzlü ve İngilizce bilmiyor.
Armazem de Sao Thiago'nun önündeyim. Santa Teresa, 10 Nisan 2018, Rio de Janeiro.

Brezilya usulü atıştırmalıkları ve biraları söyledik. Rio’da birçok yerde olduğu gibi hemen gelmiyor yemekler. Nasılsa acelesi yok carioca’ların, dolayısıyla sizin de aceleniz olmasın, metropol aceleciliğini kaldırmaz buralar.
Armazem Sao Thiago, 10 Nisan 2018, Rio de Janeiro.
Dönüşte Arnavut kaldırımlı Santa Teresa sokaklarından aşağı yürümek güzel olur diye düşündük. ‘Bu yoldan aşağı yürümek güvenli midir’ diye garsona sorup, ‘Güvenli değil, taksiye binseniz daha iyi olur’ cevabını alınca Ebru hemen Uber’i ayarladı. Kendimizi Copacabana sahile attık ve geceyi plajdaki mekanlardan birinde tamamladık. Gerçek bir papaya fanatiği olarak papayalı caipirinhanın misket limonlu caipirinhaya bin basacağını söylememi bekliyorsunuz değil mi? Hayır, standart misket limonlusu daha güzel. Papayayı ise kahvaltıda sek almaya devam…
Bende papayalı caipirinha, Ebru'da hindistan cevizi suyu. Copacabana, 10 Nisan 2018, Rio de Janeiro.

13 Ağustos 2018 Pazartesi

I ♥ Rio

Copacabana, Rio de Janeiro.
Rio’daki üçüncü günümüzde dünya harikası sahil şeridinde gezinmek amacıyla bisiklet kiralamaya karar verdik. Plajın Copacabana başlangıcındaki bisikletçiden bisikletleri yarım gün için kiralayıp yola koyulduk.

Riolular sporu seviyor, koşanlar, yürüyüş yapanlar, paten kayanlar, kaykayla yolculuk edenler, bisikletliler, çok sayıda tripod bisikletli sokak satıcıları, hepimiz aynı yoldayız. Ortam şu: Solumuz bembeyaz kumlu nefis plajlar ve sonrası okyanus, sağımız ise geniş bulvarlı yollar ve sonrası ne yazık ki yüksek binalar ve oteller.
Rio'nun siyah beyaz ikonik kaldırım taşlarını çok beğendim. Her plajın kaldırım taşı tasarımı farklı bu arada. Yukarıdaki fotograftaki okyanus dalgasını temsil eden taşlar Copacabana'ya ait.
Leme’den Copacabana’ya doğru başlıyoruz pedal basmaya. Sahili istasyonlara ayırmışlar ve numaralandırmışlar. Bu istasyonlar güvenlik, ilkyardım ihtiyacı gibi durumlar için. Başladığımız nokta istasyon 1 (Leme) ile 2 arasında bir yerde.
Bisikletleri kiraladık, yola çıkmaya hazırız. Leme, 9 Nisan 2018,  Rio de Janeiro.



Copacabana plajı tek başına 4 kilometre. Yolda giderken bol bol "The Girl From Ipanema" şarkısını mırıldandım, favori bossa novalarımdandır. Deniz, güneş, okyanus, bisiklet, neşe dolu bir ortam, insan daha ne ister? Mutluyum. Vücudumda çıkan pembe-kırmızı benekler bugün iyice soldu, güneşi sevdiler. Rio'da fazla kaşınmadığınız için teşekkürler benek topluluğu.
Portekizlilerin kolonilerine en güzel armağanlarından biri: Kaldırım taşı kültürü. Copacabana kaldırım mozaiklerinin kuş bakışı bir görüntüsü yukarıda. Çok beğendim. Brezilyalı peyzaj mimarı Roberto Burle Marx'ın tasarımıymış. Bunlara birisi urban tattoo (kentsel dövme) demiş, çok güzel benzetme.


Amacımız Havaianas’ın Copacabana mağazalarından birinden alışveriş yaptıktan sonra kendimizi suya atmak. Önceden haritadan bulduğum bir mağazaya doğru yol alıyoruz sahilden birkaç sokak içeri doğru. Mağazada koleksiyon geniş, fiyatlar Türkiye’ye göre uygun sayılır ancak çok da ekonomik değil. Alışverişleri tamamladıktan sonra paketleri bisikletin arkasına sağlamca sıkıştırıp Copacabana sahil yoluna devam ettik. 6. istasyona vardığımızda su o kadar güzel ve düzdü ki, işte burası yüzeceğimiz yer dedik ve kısa bir mola verdik. 
Copacabana'dayız, burada dalga yok, rahat yüzeriz. 9 Nisan 2018, Rio de Janeiro.

Sağ tarafımızdaki burnun üzerinde Copacabana Kalesi ve Ordu Müzesi var. Burayı döndüğünüzde Arpoador ve Ipanema Plajlarına ulaşıyorsunuz.
Sağ taraf Copacabana, sol Arpoador, sol ilerisi Ipanema ve ilerideki dağa doğru Leblon plajları. Sağ arkada ise Rodrigo de Freitas Lagünü. Rio, doğa harikası bir yere kurulmuş, tek kelimeyle muhteşem!
Haydi Ipanema’yı da görelim, belki de orada dururuz diye düşündük. Şarkının da dediği gibi: “The girl from Ipanema goes walking and when she passes…”.
Ipanema Plajının kaldırım mozaiği de böyle.
Ooo Arpoador ve onu geçince Ipanema daha kalabalık. Kumda uçmak daha zor ama hallederiz. "The girl from Ipanema goes flying and..." diye değiştiriyorum şarkıyı.
Ipanema'da kum uçuşu denemem... Ipanema, 9 Nisan 2018, Rio de Janeiro.


Ipanema'da voleybol, futbol sahaları. Ebru öğleden sonra şu ilerideki dağın eteğindeki favelaya gidecek.
Ebru Ipanema'da. 9 Nisan 2018, Rio de Janeiro.

Ipanema güzel ama Copacabana Kalesinin solundaki koy şirindi. Oraya dönmeye karar verdik. 
Panoramik Copacabana. Burada yüzeceğiz, yaşasın! 9 Nisan 2018, Rio de Janeiro.

Bisikletleri yarım günlük kiraladığımızdan süremiz de kısıtlı. Öğleden sonra bir favela (Rio’nun gettoları) turuna katılacağız.
Bisikleti tam kilitledim mi diye kontrol edeyim. Copacabana, 9 Nisan 2018, Rio de Janeiro.
Tam o anda karşımıza bizim otelden Cüneyt Bey çıktı ve "Fotonuzu çekeyim kızlar, verin telefonu" dedi.
Copacabana, 9 Nisan 2018, Rio de Janeiro.
Uygun bir yer bulup havlularımızı serdik. Plaj esnafı hemen geldi (İspanyolca): "Şezlong, şemsiye ister misiniz bayan?" "Yok sağ ol." "Tamam, isterseniz arkadayım, bana seslenin."

Tabii birlikte suya giremeyeceğiz, birimizin eşyaları beklemesi gerekiyor. Önce Ebru girdi. Beklerken şöyle soğuk bir hindistan cevizi suyu iyi gider diye düşünerek, az önce gelen arkadaşa seslendim. Konuşkan ve cana yakınlar. Hemen nereli olduğumu sordu, epey şaşırdı. Kendisi de Bahia’lıymış (Afrika kökenlilerin ağırlıklı olduğu Brezilya’nın kuzeydoğusundaki eyalet). Dedim ki "Bu üç günde tanıdığım üçüncü Bahia’lısın." Rio’nun esnafı genelde Bahia’lı sanırım ya da bize öyle denk geldi.
Copacabana'da coconut keyfi, 9 Nisan 2018, Rio de Janeiro.
Plajda hemen hemen tüm ihtiyaçlar satılıyor, mayodan, pareoya, güneş gözlüğünden şarj aletine kadar... Yiyecek, içeçek türlerini hiç saymıyorum. Bu arada plajda satın alacağınız caipirinha için dahi pazarlık edebiliyorsunuz. "O kadar param yok, sadece bu kadar verebilirim." dedim bir seferinde, adam kabul etti.
Copacabana'da bir plaj satıcısı, elbise ve pareo satıyor. Pareolar büyüklüğüne göre 25-35 real arasında ve pazarlığa açık. 9 Nisan 2018, Rio de Janeiro.
Ebru çıkınca ben girdim, çok iyi geldi. Biraz daha kalmak isterdim ama bisikletleri teslim etmek üzere daha 4 km pedal basacağız.

Hava sıcak, okyanus süper, e bendeniz de su kuşu olunca, Ebru’dan beni favela turundan azat etmesini istedim. Aslında önceki gece, turu internetten kredi kartı ile satın almıştım (Ebru daha önce almıştı), ancak onay e-postası gelmemişti. Sabah da gerçekten karttan çekim işleminin gerçekleşmediğini öğrendik. Dedim ki "Bu bir işaret, evren benim okyanusta kalmamı istiyor." Ebru’nun yalnız gitmesi de pek içime sinmedi, hatta "Biz Türküz, gecekondunun her türünü görmüşüz, gel vazgeç" dedim ama Ebru "Favela da favela" diye tutturdu. Tatil bitene kadar da bunu kendisine karşı "Favöla dö favöla" diye tekerleme şeklinde kullandım.

Bisikletlere dönmek üzere kumdan çıkarken az önce sohbet ettiğim Bahia’lı plaj arkadaşım, hemen koştu "Ayaklarınıza su tutayım" dedi ve kumlu ayaklarımızı bir güzel temizledi de bisikletlere rahat bindik.

Leme'ye geri döndük. Ebru bisikleti iade edip tura yetişmek için koştu. Ben de kirayı tam güne uzatarak bisikletle otele döndüm.
Bisikletçi kadın "Leme'de bir foton olsun." diyerek çekti. Dost canlısı insanlar gerçekten. Bisikletçinin şemsiyesinin gölgesi de çıkmış. Ben niye bu kadar beyazım ya! Fotoda kumdaki uzun ince ıslak yolu da görüyorsunuz. Sulama kanalı gibi yapmışlar, bunun gibi eni geniş plajlarda denize ulaşana kadar ayaklarınız yanmasın ve çok kumlanmasın diye. Benim ayaklarım terlikle bile çok yandığı için işe yaradı. 9 Nisan 2018, Rio de Janeiro.
Biraz dinlendikten sonra bu kez tüm sahili bisikletle gezmek üzere tekrar çıktım. Tek başıma çıktığım için telefon -dolayısıyla buradan sonraki fotografları temsili olarak koydum, ben çekmedim- ve cüzdan almadım. Bir şeyler atıştırırım diye düşünerek 50 realimi cebime attım, havlu ve iki şişe de suyla yoldayım. "Çalalla" korkum yok, şeffafım.

Hedefim Leblon’a kadar gidip, orada yüzüp ardından orman kenarındaki lagünün (Lagoa Rodrigo de Freitas) çevresinden dolaşmak. İzlediğim rotayı aşağıda paylaşıyorum.
Bisiklet rotam bu. Leme'den Leblon'a, oradan lagüne ve lagünü tam tur bitirdiğinizde 16,3 km'lik bir mesafe yapıyor. Lagünün çevresi 7,5 km.

Leblon’a kadar durmadan geldim. Plajın yaşam tarzı olduğu bir kentteyim. Geçerken plajlarda futbol, futvoley, freskobol, peteca ve voleybol oynayanları izledim. Aşağıdaki fotografta futvoleyde shark attack (köpekbalığı saldırısı) vuruşunu görüyoruz, son derece estetik. Futvoley (voleybol sahasında ayak topu) 60'larda Copacabana'da çıkmış. Plaj kültürü yüksek olunca yeni spor da icat etmiş adamlar.

Manzaralar muhteşem. Leblon’da okyanusa girdim, burası epey dalgalıydı. Plaj ise diğer yerlere göre daha sakindi.
Plaj ekonomisinden bir örnek. Böyle yüksekte tutunca, bikiniler satıcıya gölgelik de yapmış oluyor. Plajda genelde faveladan gelenler çalışıyor, diğer yerlerde iş bulmalarının zor olduğu söylendi.
Arka dağın altındaki bina Sheraton, onun yanı ise meşhur Vidigal Favelası. İronik görüntü.
Favelanın manzarası da Rio'daki değme rezidansta yoktur.
Dalgayla anlaşırsanız sorun yok, anlaşamazsanız fena çarpıyor kuma. Dalga sörfü mantığıyla dalganın üst ölü noktasında altına girmek ve dalga üstünüzden geçerken pıt diye sorunsuz yukarı çıkmak gerekiyor. O nokta kaçarsa sıkıntı büyük, benden söylemesi. Sadece bir kez kaçırdım ve kendimi topaç şeklinde kıyıda buldum. O sırada da deniz gözlüğümü Leblon'un dev dalgalarına hediye ettim. Neyse ki su yutmadım, anlayacağınız tehlikeli olabilir, giderseniz dikkat.
Riolu cankurtaranlar. Erkek mayoları, ya böyle yukarıdaki gibi sunga (Brezilya'da erkek deniz mayosuna verilen ad) ya da klasik slip. Bizdeki şort mayolardan giymiyorlar. Brezilya burada da plaj kültürünü konuşturup kendine has tasarımı yaratmış.
Biraz güneşlendikten sonra Rodrigo de Freitas Lagünü’nün yolunu tuttum. Brezilya'da lagün adları bile amma uzun! Tamam Rodrigo, sana geliyorum.
Lagoa Rodrigo de Freitas. İlerisi Atlas Okyanusu. Tam karşısı Botanik Bahçesi (yukarıdaki fotonun sağ alt tarafı) ve bahçenin arkası da yağmur ormanı.

Lagüne giden bir köprüden geçerken tam karşı tarafta yolun, siyahi dostlarımız tarafından enine kesildiğini fark ettim, kalabalık ve çetemsi bir ekip sabit duruyordu. Önce bisikletten indim, biraz öyle ilerledim. Yaklaştıkça manzaradan pek de hoşlanmayınca geri dönmeye karar verdim. Yolda beyaz yakalı olduğu belli olan, işten yeni çıkmış gibi görünen bir kadınla karşılaştım ve ona sordum, dedi ki "O yönden değil de bu yönden gitsen daha iyi olur, ben de o yöne doğru gidiyorum". Birlikte ışıklardan geçtik, teşekkür edip tekrar bisikletime atladım.
Rodrigo de Freitas Lagünü'nün etrafını bisikletle dolaşıyorum. Rio de Janeiro.
Lagünün çevresi nasıl güzel bir doğa, nasıl hoş bir ortam. Bayıldım. Burada apartmanların şekli de değişti, kalite kokusu geliyordu. Güzel kafe ve restoranlar da vardı.
Lagün kıyısında hoş bir ortam. Rio de Janeiro.
Lagünün hemen arka tarafı da orman olduğu için havası daha serin. Çeşit çeşit kuşlar, bitkiler ve ağaçların arasından bisikletle gitmek harikaydı. Koşanlar, kaykayla gidenler, çimenliklerdeki banklarda müzik dinleyenler, lagünü izleyenler, yoga yapanlar...
Lagünde böyle egzantrik aktiviteler de yapılıyor, yüzer tenis kortu. Bu kortta Gael Monfils Rio Open döneminde gösteri maçı yapmış. Vay Monfils'e bak sen, şanslı kerata!
Başınızı kaldırıp baktığınızda da muhteşem dağ manzarası ile karşı karşıyasınız. Olağanüstü bir coğrafya, tüm doğal güzellikler bir arada.
Lagünde değişik su aktiviteleri yapmak da mümkün. Rio de Janeiro.

Gölgeden gölgeden yola devam ederken belirli mesafelerle bisikletli polislerin beklediğini fark ettim. Sanırım 1 kilometrede bir konuşlanmışlardı (Lagünün çevresi 7,5 km). İki nöbetçi şeklinde. Kıyafetleri de turuncu polo yaka tişört ve şort, gayet hoş.

Lagünün içinde iki tane de ada var. Bu adalardan birine golf, diğerine de denizcilik kulübü kurulmuş.
Yarışçılar çalışıyor. Lagoa Rodrigo de Freitas, Rio de Janeiro.
Şahane tesisler gördüm, kürek, kano, yelken takımları antrenman yapıyorlardı.
Lagoa Rodrigo de Freitas, Rio de Janeiro.

Yine lagünün çevresinde belirli aralıklarla “Coconut helado” yazan seyyar satıcılarla karşılaştım. Hem coconut hem de helado. Bu ikilinin favorim olduğunu bilenler bilir. Ya ne şanslıyım, lagünün çevresinde dondurma satılıyor ve dondurma sadece hindistan cevizli.

Epey bir gidip artık sola doğru dönmeye başlayınca lagünü yarıladığımı anladım ve mola vermeye karar verdim. O anda karşıma bir coconut'çı daha çıktı, az ilerisinde de iki bisikletli polis nöbette. Ortam güvenli. Bisikleti elimden bırakmadan -malum Rio’da her şey çalmalık kategorisinde- adama "Bir helado" dedim. Adamın yanında küçük bir erkek çocuğu vardı, yandaki bankta arabalarıyla oynuyordu. Yanına oturdum, kaynaştık, arabalarını benimle paylaştı. Adam yerde yatay duran seyyar buzdolabının (köpükten) kapağını kaldırarak dev bir hindistan cevizi çıkardı. Sonra kapattı ve üstünü tezgah gibi kullanıp hindistan cevizini satırla minicik deldi, altına da tepsi gibi bir şey koydu ve bana uzattı.
Hindistan cevizi suyu müthiş bir serinlik veriyor, eti de tok tutuyor.
Tabii ben dondurma bekliyorum, dedim ki "Bu ne? Hindistan cevizi suyu istemedim ki dondurma istiyorum." Tabii yarım Portekizcemle anlaşmaya çalışıyorum, plajdakiler gibi İspanyolca da yok adamda. Yok, anlaşamıyoruz. Görünen o ki açtığı dolabın içinde dondurma filan yok. Kese kağıdına yazarak astığı "helado" yazısını gösteriyorum, "Buraya böyle dondurma diye reklam yapıyorsun sonra dondurma çıkmıyor ama" diyorum. Hala dev hindistan cevizini gösteriyor bana 'İç iç' diye. 'İyi be' diyerek çocuğun yanına tekrar oturdum, başladım içmeye. İç iç bitmiyor. Ama yok böyle bir lezzet. Bu arada "Bu benim oğlum" dedi. El kol işaretleriyle benzediklerini söyledim, çok şirin bir çocuktu, hindistan cevizinin soyulmuş sert kabuklarını yerden alıp ağzına sokuyordu. Üstü başı kötü durumdaydı ama neşesi yerindeydi. Sonunda bitirdim, adam geldi hindistanı elimden aldı, tezgahın üzerine koydu, bam güm satırla kesmeye başladı. O kadar sert ki satırla zor kesiliyor. Sonra içindeki kar beyazı etleri doğradı, ezdi, ezdi, yanına ahşap bir çatal koydu ve gülerek "Helado" dedi. "Ay helado bu muydu?" diyerek bir kahkaha attım. Başladım yemeye. O kadar çok ki mümkün değil hepsini bitirmem. Yarısını -çocuğunu göstererek- bıraktım, teşekkür edip kalktım.

Nöbetçi polisleri geçtikten biraz sonra sol çaprazımda bir gölge belirdi. Arkama döndüm, bisikletli bir adam. Biraz daha gittim, adam hep yakın mesafe takip ediyor, geçip gitmiyor. Bakışları da garip. Yavaşladım, 'geçsin, en azından önümde kalsın' diye. Fakat o da yavaşladı, yine arkada kaldı. Etrafta da şansıma kimse yoktu ama Lagoa Stadyumu'na yaklaşıyordum ve insan kalabalığı yavaş yavaş arttı neyse ki. Adam stadyumun orada bile takipteydi. Stadyumu geçtiğimde kalabalık bisikletli bir grubun içine dalıp bastım pedallara, zor yetişirdi zaten.
Lagoa Stadyumu, Rio de Janeiro.

Lagoa Stadyumu'na selam duruyorum, 2016 Yaz Olimpiyatlarının kürek ve kano yarışları burada gerçekleşmiş.
Lagünde antrenman. Rio de Janeiro.

Telefonum yanımda olmayacağı için öğlen ayrılmadan önce, akşam 6'da bisikletçinin orada buluşmak konusunda Ebru'yla sözleşmiştik. Saat yaklaşıyor, başladım gaza basmaya. Sahile doksandan inerken bir baktım kocaman bir Ipanema mağazası. Park edip daldım içeri. Güzel sandaletler vardı, birini alacaktım, cebimdeki parayı çıkardım, baktım yetmeyecek, teşekkür edip çıktım. Ipanema, Havaianas'tan daha pahalı bu arada. Çıkarken görevli arkamdan "Akşam 8'e kadar açığız!" diye bağırıyordu. Tekrar gelemem ki, en az 6 km yürümek gerek bizim otelden oraya.
Rodrigo de Freitas Lagün'ünde gün batımı. Rio de Janeiro.

Leblon sahile çıktığımda güneş kızarmış, batıyordu, plaj renkleri harikaydı. Biraz gittim ama renkler o kadar cezbetti ki, durmaya karar verdim. Tam o sırada kulağıma caz çalındı ve durdum. Mısırcı teyzeden mısır aldım. Türkiye'de alışık olduklarımızdan çok daha küçük ve açık renkli bir mısırı çıkarttı. "Üzerine margarin ister misin?" diye sordu. "Margarin istemem ama tuz alabilirim." dedim. Zannettim ki billur tuzun Rio şubesini üzerine boca edecek. Yok, adet öyle değilmiş Rio'da. Mısır kazanından sıcak su alarak bir kabın içerisine döktü, sonra suya tuz döktü, karıştırdı. Ardından mısırı o tuzlu suya yatırdı, bir süre evirdi, çevirdi ve bana öyle sundu. Mısırımı gün batımında okyanusa karşı, telefonundan caz yayını yapan arkadaşın yanında afiyetle yedikten sonra 6'ya 20 dakika kaldığını fark ederek kalktım.

Tam 6'da bisikleti Leme'den kiraladığım yere teslim ettim ve Ebru'yu beklemeye başladım. Bacaklarım bisikletin zincir yağına batırılmış gibi simsiyahtı. Tabii günün toplamında 30 kilometreden fazla bisiklet sürmüştüm. Daha da sürebilirdim aslında.

Beklerken görevli kadınla sohbet ettik, akşam için civardaki mekan önerilerini sordum. "Leme'de güzel bir İtalyan var, ben de sık giderim." diyerek mekanı tarif etti. Ardından aka "favöla dö favöla Ebru" geldi.
Rio'nun kendi mutfağı çok tuzlu, şekerli bir mutfak ve genelinde kızartma üzerine. O yüzden İtalyan lokantasında akşam yemeği çok iyi oldu.

Otele gittik, duş alıp tekrar çıktık. Bisikletçi kadının önerdiği Leme sahildeki La Fiorentina'ya gittik, göbekli sempatik bir garson bizi karşıladı. Bahçesinde gayet leziz yemeğimizi yedik.

Günü Copacabana'da yürüyüş, öğleden sonra maceralarımızın paylaşımı ve birer caipirinha ile tamamladık.