29 Aralık 2015 Salı

Pes! Sesli Kaza ve Buran

Baaam! Soldan soldan gerçekten çarptı. Olamaz bu kadar! Direksiyona bu kadar hakim olamayan insanlara ehliyet verilmesin, yetkililere sesleniyorum. Eskiden ehliyet herkese verilmezmiş. Misal; annemin 1976 yılında girdiği direksiyon sınavı gayet iyi geçmesine rağmen, en sonunda polis, "Süratiniz fazlaydı" diyerek geçirmemiş. Pratik yapıp tekrar girmiş, ehliyeti öyle alabilmiş. Ne tesadüf ki babamın 1973 yılında girdiği direksiyon sınavındaki polis de ona şöyle bir bakmış ve "Sen çok gençsin, bir daha gir sınava" demiş. Mecbur o da bolca pratik yapıp tekrar sınava girmiş. Düşünün emniyet kemerinin olmadığı yıllar bunlar...

İstanbul trafiğinde 12 yıldır hemen her gün yollardayım. Bu başıma gelen ikinci kaza. Kullandığım mesafeler zorlayıcı olmasa da artan araç sayısı ve acemi sürücü bolluğunda, geçen cuma günü yaşadığım gibi kifayetsiz kaldığınız durumlar olabiliyor. Bundan önce kısmen benim dalgınlığımdan ufak bir kazaya karışmıştım. Fakat bu seferkinin olmaması için yapabileceğim hiçbir şey olmaması üzücü. Birinin bana sol yandan çarpıp aşağı doğru sürüklemeye başladığını ancak o şiddetli çarpma anında anladım. Büyük korktum. Nereden çıktın be kadın? O hızla U mu dönülür? "Sizi görmedim" dedi! Yolun ortasındayım nasıl göremedin Uzaylı Zekiye?! Oradan ben geçiyor olmasaydım park halindeki araçlardan biri uçacaktı kesin. Bir de Uzaylıyı teskin etmekle uğraştım. "Ayy dizim çok ağrıyor." diyor. "Ayy benim de boynum, ne olacak şimdi?" Böyle bir durumda önce bir 'geçmiş olsun' diyeceksin.

İş çıkışı oradan geçen ve kaskını çıkarmadan olay mahaline gelen Emre çok yardım etti. Meğer gelmiş ama ben onu tanıyamamışım, kaskla beklemiş bir süre. "Kavgaya direkt kaskla kafa atarak başlayım diye kaskı çıkarmayayım dedim de, kavga yokmuş" dedi sonradan, güldürdü beni. Babam da ışık hızıyla yetişti. Böyle bir durumda id hali ile baş başa kalan insanın (ben), tanıdık bir yüz görmesi yeryüzüne inmesini kolaylaştırıyormuş, onu anladım. Neyse, büyük bir şey atlattık. 

***********
Kardeşim Can'la aynı evin içinde epeydir görüşemiyorduk. Aralık ayının ilk cumartesisinde bir şeyler mi yapsak derken, Madrid'den aldığı pantolonu tadilata verecekti, birlikte çıktık. Önce İstinye Park'ta onu hallettik, ardından Kanyon'a geçtik. Hava bayağı soğuktu ama kahvelerimizi dışarıda içtik. Maalesef artık dışarı=cugara. Tek değil her yönden gelen cugara dumanı nedeniyle elimizde kahveler, erken kalktık ve alışverişe koyulduk. Can'a güzel kıyafetler bulduk indirimden. Bana da minnoş mu minnoş bir çanta. Tatlı bir şey. 

Tabii alışveriş, Can onu giyip bunu çıkarıyor derken uzun sürdü. Ardından Bebek'e inelim bir şeyler atıştıralım dedik. Işıklarda beklerken tam karşımıza Beşiktaş Belediyesi'nin bir konser afişi denk geldi. Borusan Quartet ve Burhan Öçal o akşam Fulya Sanat'ta. "A a müthiş bir kombinasyon!" dedik ikimiz de. Hemen Fulya Sanat'ı aradım ve yer olduğunu öğrendim. 

Konser öncesi Bebek'te çok leziz, yarısı başka diğer yarısı başka malzemeli pizzamızı hüplettikten sonra Baylan'a girdik. Can salep ve acayip bir tatlı tercihinde bulunurken ben de klasik puding ve çayımı içtim. Bu arada saat 18:30 olmuştu.
Ne haber Sitivv, Can İfindi helehölö tatlısından yiyor, vallahi tatlının adını unuttum şimdi.
5 Aralık 2015, Baylan, Bebek
Baylan'da beni mutlu eden bir şey oldu. Arap ama kendi aralarında 'English speakin' 'bir turist takımının oturduğu masanın arka kısmındaki dolabın içinde Demel'in ciltli kitabını gördüm ve heyecan bastı.
Avusturya'nın neredeyse 250 yıllık ünlü pastanesi Demel'e ait bir kitap Baylan'da ne arıyor?
Hoşuma da gitmedi değil yani. Biliyorsunuz Demel de Türktür, biz aldık ya birkaç sene evvel. 
Yani Baylan, kendine Demel'i mi örnek alıyordu yoksa saygısından mı o kitabı orada sergiliyordu? Her iki türlü de kabulüm.
Demel'in kitabından müthiş illüstrasyonlar. Can, 2010'da Viyana seyahatinden kalma bir
'Demel'e gidelim' komikliği vardı, of orada ne kadar gülmüştük ya... 
Araplardan çekindiğimden kitabı gidip arkalarından alamadım, garsondan rica ettim. Hemen getirdi. Demel'in özel reçetelerinin ironik illüstrasyonlar ve reçetelerin yapılmış orijinal hallerinin fotograflarıyla süslendiği Almanca ve çok kaliteli basılmış bir kitap. Çok beğendim.
Yine Demel'in kitabından şahane bir illüstrasyon, bayıldım.
Ekler pastasını temsil eden bir Matmazel Eclair.
Karınlar şiş vaziyette arabaya atlayıp Fulya Sanat'a vardık. Gişeden biletlerimizi alıp bekleme bölümüne geçtik. Bir süre sonra ufukta Hıncal Uluç göründü. Tabii onun da kaçırmayacağı türden bir konser. Ayrıca Fulya Sanat'a gelen orta yaş üstü kesimi tutuyorum. Bu kitle o bölgede oturan ve Fulya Sanat programlarını düzenli takip eden insanlardan oluşuyor.
Borusan Quartet ve Burhan Öçal konserinde, grup konseri O. Orçunsel'in Tanguera ve İ. Mirzayev'in Sarıkamış Türküsü ile açtı. Fulya Sanat Merkezi,  5 Aralık 2015, İstanbul
Burhan Öçallı Borusan Quartet bir başka çaldı. Kesinlikle orijinal ve harika bir performanstı. Alaturka ve klasiğin ya da doğu ile batının bu sentezinde insanlar klasiğe karşı rahatlaya da bilir bana kalırsa.
Ardından perküsyon ustası Burhan Öçal sahneye geldi ve cümbüş başladı. Öçal, konser boyunca oturma konumunun gruba uzak olmasından şikayet etti. Gerçekten de yerleşimde sorun vardı. Baksanıza viyolacı Efdal ile arasında büyük boşluk var. 
Burhan Öçal diyor ki; "Bizim Trakya'da 'h' harfi yok. Misal babam biz çocuklarını şöyle çağırırdı: 'Buran', 'Oran', 'İlan'". Çok güldüm. Adam işin kolayını bulmuş, bir harf bir harftir. 'İlhan' diyeceğine "İlan oğlum gel buraya!"

Konserden küçük bir kesit aşağıdaki videoda. Müthiş bir Trakya Karşılaması. Nasıl bir zenginliktir!


Konserin orta bölümünde Borusan Quartet'in seslendirdiği Burhan Öçal'ın "Eski İstanbul" adlı bestesini çok beğendim. Bir vurmalı çalgılar ustası olan Öçal'ın besteci yönü de kuvvetli. Bunun ardından da Aleksey Igudesman'ın "Yeni İstanbul" bestesini çaldılar. Eski ve yeni toplamında hoş bir bütünsellik oluştu. Aşağıda ikisini de sırasıyla paylaşıyorum.


Birisi henüz çok bozulmamış İstanbul'u, Beyoğlu'na grantuvalet çıkan hanım ve beyleri, mektup yazmayı, ölümsüz aşkları anımsatırken; diğeri artık alaturkalaşmış, herkesin at koşturduğu İstanbul'u, zengin ve fakirlerin karşılıklı mahallelerde villa ve gecekondularda oturduğu, hızına yetişilemeyen ve tüketilen bir İstanbul'u anlatıyor adeta.


İyi ki gitmişiz Can. Her zaman denk gelmiyor bu kadar güzeli...

2 yorum:

Melih dedi ki...

Geçmiş olsun...Baylan a bir ara gidelim canım çekti...

Etkin Fare dedi ki...

Sağ ol Melih, benim araba sağlammış, o teyit edildi. Baylan'a da gideriz sen şehre indiğinde :)