20 Mart 2012 Salı

Aşk İksiri


Zaman: 1944
Yer: Napoli’de bir kafe

Biz Donizetti’yi çok severiz. Bizden sayılır, ne de olsa abisi Donizetti Paşa olur. Giuseppe Donizetti’ye ülkemizde operayı kuran insan da diyebiliriz. II. Mahmut sağ olsun, kendisini İtalya’dan getirtti de, adam neredeyse 30 yıl boyunca (ölene dek), bizimle uğraştı; orkestralar kurdu, şancılar yetiştirdi. Eh, kardeşi Gaetano’ya da güzel ilhamlar vermiş, malum.

Aşk İksiri, Gaetano Donizetti’nin 1832 yılında sadece 6 haftada Milano’da bestelediği, 19. yüzyıl İtalyan operasının canlı ve parlak müzikal unsurları ile donatılmış eserlerinden biri. Melodiler serbestçe akıyor, ciddi olsun komik olsun tüm öğeler rahatça anlaşılabiliyor. Bu anlatımdan olsa gerek, günümüzde de çok seviliyor. Berlioz, İtalyan operası için “Bir tabak makarna gibi kolay sindirilebiliyor.” demiş ya, özel ve özlü bir özet…

Konu aslında erkek külkedisi hikâyesi. Zengin ve bekâr bir arazi sahibesi (bu versiyonda kafe sahibi), ona âşık olan çiftçi Nemorino, güçlü asker Belcore ve aşk iksirim var diye bağrınan şarlatan Dulcamara başrollerde ve yaşanan bin türlü trajik olaydan sonra mutlu son.

Dekorun pastelliğini beğendim, mevcut yer sıkıntısında bundan iyisi can sağlığı. Şanda Zıpçı tasarımı kostümleri çok tuttum, efil efil hoştu. Sadece Nemorino daha bir derbeder giyinse rolüne göre daha iyi olurdu.

Gelelim Yekta Kara rejisine… Genel olarak hoşuma gitti. Zaman ve yer, orijinal eserde, 18. yüzyıl sonları, küçük bir Bask köyü. Ama Yekta Kara, bunu 20. yüzyılda Napoli olarak yorumlamak istemiş. Giriş, hoş bir film gösterisi ile başlıyor. Ancak oyunun orta yerinde, neye uğradığımı şaşırdım: “O sole mioo!” söyleniyor. Derhal beynimdeki fareler gıdıgıdı yapmaya başladı. Piyesin ortasında o sole mio da neyin nesi? Yanlış mı duyuyorum, hayal âlemine mi bağlandım?

Şu bana iyi gelmiyor: Halka (!) ineceğim diye, bu çok temel eserin orta yerine, eserle dönemsel bağlantısı olmayan (bir ekol buna kör alaka derdi) bir napoliten şarkıyı tıkıştırmak olmamış. O sole mio zaten yıllar yıllar evvel görevini ifa ederek halka inmiş, duruyor orada. Oysa eser, kendi döneminde ve kendi motiflerine sadık kalınarak sahnelenmiş olsa, en azından ilk kez görenler için bir referans noktası olabilirdi. Aslında bunu üç adım atlatırsak, böyle eksantrik olma çabaları, halkla dalga geçmek bile sayılabilir. Bunun tercümesi: “Dostum, sen şimdi anlamamışsındır, ben araya ‘o sole mio’yu katık edeyim, ne olur ne olmaz; bari bir İtalyan operası izlediğini anlamış olursun.” Operada rejinin yorumu hassas bir konu. Bazı yorumlara hayran olabiliyor insan ama bazıları da olmuyorsa olmuyor. Farklı yorum konusunda beğendiğim son örnek, 2009 yılında Recep Ayyılmaz’ın sahneye koyduğu Orphée ve Eurydice idi.

Aşk İksiri’ndeki favori karakterim ise düzenbaz Dulcamara. Canlandıran Kevork Tavityan çok başarılıydı. Oyunun bir yerinde sahne önüne inerek, yanımızda oturan ülkemizin yetiştirdiği ünlü baritonlardan Mete Uğur’a (Deniz Uğur’un babası) yaptığı doğaçlama reverans görülmeye değerdi. Şarlatan ama değer bilir şarlatan…

Özgün Adı: l’Elisir d’Amore
Libretto: Felice Romani
Dünya prömiyeri: 12 Mayıs 1832, Teatro della Canobbiana, Milano
Türkiye prömiyeri: 1 Ekim 1952, Ankara.

Hiç yorum yok: