25 Ağustos 2019 Pazar

Anish Kapoor @Lisson

Evde Twinings çayları eşliğinde sabah kahvaltımı yapıyor, bir yandan Brexit dolu haberlere bakıyordum. İngiliz parlamentosunun Brexit oturumları, milletvekillerinin gülüşmeleri, konuşmacılarla dalga geçmeleri, aiii, naiii diye bağırmalarını içerdiğinden çok eğlenceli. Ancak bir yerden sonra 'eehh yallah Brexit' deyip zapladım, karşıma Sky News çıktı ve tam olarak aşağıdaki röportaja (4,5 dk civarı) denk geldim.

Anish Kapoor, Lisson Gallery’de son sergisi ve de Brexit -yine Brexit'ten kaçamadık- üzerine konuşuyor. Sky News’ün anchor’larından Adam Boulton Anish’i sıkıştırıyor. Pardon da Anish sıkıştırılsa ne olur, dünyanın en zengin insanlarından biri (Serveti 1,75 milyar pound). "Sir" zaten kendisi. Cevaplarını verirken de o tavrı koruyor. Sir Anish Kapoor, Damien Hirst gibilerini içine alan bu tür yapıları -yapı diyorum çünkü bu çok büyük bir endüstri- elitist ve sahte sayanlar çok. Genelde şöyle derler:

1. Böyle sanat mı olur, o zaman ben de köpek balığının içini doldurayım, 2 milyon pound kazanayım!
2. İki tül parçasını almış, üzerine kan rengi boyaları atmış, savaşlar bitsin diyor. Zırvalık!
3. Afyon mermerlerini, oniksleri Londra’ya götürtmüş, birkaç işçiye kestirtmiş, müstehcen şekiller vermiş (kendi bile yapmamıştır onu), cilalamış. Zenginler bunlara kaç milyon verip bahçelerine koyuyorlar. Sonra kadın bedeni üstünden sanata kızıyorsunuz!
4. Bir beyaz duvarın üzerine çamurları löp löp atmış, 'son sergim çamur toplarından ibaret, gel bunu gez' diyor. Bunlar tuvale adam gibi resim çizemiyor, sonra sağa sola çamur atıp sanatçıyız diyorlar!
5. Devasa boyutlarda konkav-konveks aynalar kestirmiş, enstalasyon diye milletin gözünü boyayacak!

Bu görüşlere genelde katılmıyorum. Bu bir piyasa. Piyasalaşma da esasen kalkınma göstergesidir. Ekonomideki serbest piyasa kuralları burada da geçerli: şeffaflık, hesap verilebilirlik ve kurumların bağımsızlığı (Ah ah buradan Türkiye'ye öyle bir bağlanır ki, neyse susuyorum.). Güncel sayılacak bir örnekle devam edelim: Sotheby’s’in Ekim 2018’deki müzayedesinde, Banksy’nin 1 milyon pounda satılan Kırmızı Balonlu Kız adlı eseri, tokmak vurulduktan sonra kendini imha etti. Olaydan hemen sonra Banksy imha mekanizmasını gizlice nasıl yerleştirdiğini ve nasıl çalıştırdığını gösteren bir video yayınladı. Sanat uzmanları ise satın alanın şanslı olduğunu, eserin imha olmuş haliyle en az %50 değer kazandığını belirtti. İşte size piyasa ve win-win. Üstelik Banksy de sanat piyayasına dair protestosunu yapmış oldu, gerçi yukarıdaki beş maddeyi savunanlar bu protestoya da 'sahte' dedi ama olsun...

Bu piyasa ile ilgili tek itirazım şu olabilir: Anish ve Damien gibi heykel ve enstalasyon türünde eser üreten sanatçıların, bunları parçalar halinde öğrencilerine yaptırmaları ve sonra altına kendi imzalarını atmaları. Bunu saklamıyorlar da zaten. Türkiye’de de bunu yapan sanatçılar var, isim vermeyeceğim ancak belki de verebilirim. ‘Öğrencilere de bir hayrımız dokunsun’ gibi bir argümanları olabilir. Ancak sonu satış olan eser, heykel ve parçaların bireyselliğine ve özel oluşuna inanıyorum. Müzayede, galeri ya da fuarlardan bir parça satın alıyorsam eserin her şeyiyle imzasını atan sanatçıya ait olduğuna inanmak ve bunu bilmek isterim.

Sanat piyasasına dair görüşlerden sonra ana konuya devam ediyorum. Londra’ya kardeşim Can’ı ziyarete gelmişim, Anish de Londra’da bana gelmiş, zımni de olsa davete icabet edeceğiz artık. Anish'in Türkiye'deki sergisiyle ilgili 2013 tarihli yazıma göz atmak isterseniz, buradan.
Shoreditch'e geçmeden önce Can'ı işyerinden almaya gittim. O sırada Hakan merhaba demeye geldi. WeWork, 17 Mayıs 2019, Londra.

Anish'e gitmeden önceki gece Shoreditch'te sabahladığımızdan cumartesi geç uyandık.
WeWork Aldwych House'da kardeşim Can'la. 17 Mayıs 2019, Londra.
Brindisa'da tapas ziyafeti, ardından Blues Kitchen'da müzik ve cin ziyafeti, oh oh daha ne isterim.
Brindisa Shoreditch'teki tapas lezzetliydi. 17 Mayıs 2019, Londra.
Blues Kitchen kocaman bir kulüp. Neşeli insanlar ile pirinçler eşliğinde blues ve caz...
Blues Kitchen duvarlarından bir afiş. Bunu çektiğimde gün dönmüştü. 18 Mayıs 2019, Londra.
Çıkışta Türk dönercisinden dürüm döner. Resmen kuyruk vardı. Türk olduğumuzu öğrenince torpil de geçtiler, ne var ki beğendim diyemem, çok temiz ve leziz ama eti bana farklı geldi, meğer İngiltere'de kuzu etinden yapılıyormuş.

Dönüşte elimizde dönerlerle otobüse bindik, üst kata çıktık. Sonraki duraktan binen 6-7 kişilik bir grup 'geynç' siyah -fişlemek istemezdim ama burada belirtmem gerekiyor- arkadaştan biri (G) önümüzdeki koltuğa oturdu ve arkasını dönerek Can'a şöyle dedi:

G: Seninki neden öyle?
C: Pardon?!
G: Neden salatasız yiyorsun diyorum? (Dürümün içine ben salata eklettim, Can ekletmemişti.)
C: Sade yiyorum. (Can aşırı serinkanlı konuştu.)
G: Hee
C: Hea!
G: Nerelisin?
C: Türküm.
G: Hee bu işten anlıyorsun yani.

Bundan sonra kalkıp otobüsün en arkasına arkadaşlarının yanına gitti. Ciddi bir korku yaşadım ama Can'ın serinkanlılığına uyup kütük şeklindeki dürümü kemirmeye devam ettim. Saat sabaha karşı 3 ve otobüsün üst katında bir onlar bir de biz vardık. Konuşurken 'Dürümün bittiyse cüzdanını, saatini ve telefonunu rica edeyim' diyebilecek bir ekibe benziyorlardı. Can çok iyi idare etti ama bence o da biraz korkmuştur, korkmadım dese de...

Günlerden 18 Mayıs Cumartesi. Evde güzel bir kahvaltının ardından Monmouth Caddesine doğru yürümeye başladık, TY Seven Dials’da birer kahve içtik. Ortam aynen şu ama burada hep dışarıda oturuyoruz.
Timberyard'ın banana bread'leri harika, ısıttırıp üzerine de tereyağı sürdürün bence.
Hem Can puro içecekse rahat oluyor, hem de hareketli bir cadde, gelen geçene bakıp eğleniyoruz.
Can, puro ve flat white. Süt içmeyen kardeşim sütçü oldu. 17 Mayıs 2019, Londra. 
Gelen geçen kısmında aşağıdaki durum çok iyiydi. 21. yy aile protiplerinden biri olabilir. 'Bizim çocukları dolaşmaya çıkardık' tipi.
Tripod köpek puseti ilk kez görüyorum. Ailece hafta sonu yürüyüşüne çıkmışlar. Bu fotografı da yine TY Seven Dials'da kahve içerken çekmiştim ama sonraki gelişimde. 9 Haziran 2019, Londra.
Koparken fotograf çekilmesi konusunu tartışmaya açıyorum...
TY Seven Dials, 18 Mayıs 2019, Londra.
Oradan tube’e binip (İngiltere’de metroya tüp diyorlar, çünkü tüp genelde tünellerden gidiyor.) Lisson Gallery’e geçtik. Etrafı da kendi de sade bir galeri. Birkaç katı, birkaç odası ve bir de orta boy bahçesi var.
Sergi girişinde bu enstalasyon sizi karşılıyor. Çelik ve fiberglastan, adı Shade, 2019 tarihli. Çiviler birleşmiş bu hali almış. Bu çalışma sanki serginin kalanındaki tüm eserlerin özeti gibi: vahşi erotizm. Sohbet ettiğim galeri görevlisi de kareye girmiş. Anish Kapoor Sergisi, Lisson Gallery, 18 Mayıs 2019, Londra.
Galerinin mimari tasarımına sade desem de kendisi pek sade sayılmaz. 1967’de kurulan bu çağdaş sanat galerisi, Anish Kapoor ve Julian Opie’nin de aralarında bulunduğu çok sayıda dünyaca ünlü İngiliz heykeltıraşı ilk tanıtan galeri olma özelliği taşıyor.
Ortada pembe oniksten isimsiz bir çalışma, duvarlarda da tuval üzerine yağlı boya eserler (Eserlerin adları-sol baştan: New Blood, Matter Apart ve Blood Solid, hepsi 2018 tarihli). Duvardakileri şişmiş verimli organların bir gösterimi olarak düşünebiliriz. Karanlık dünyalarından sızıp çıkıyorlar. Can da konsepte uyumlu giyinmiş. Anish Kapoor Sergisi, Lisson Gallery, 18 Mayıs 2019, Londra.

Şu an Londra’nın yanı sıra NY ve Shangai’da da galerileri var. Tabii mevcut durumda sadece İngilizleri değil, Marina Abramovic, Ai Weiwei ve Sean Scully gibi dünyaca meşhur (dünyaca meşhur demek az kaldı, her biri olay olay) sanatçıları da temsil ediyor.
Pembe oniks heykelin üstten görünüşü. İki böbrek mi dersiniz, yumurtalık mı, labia mı bilemem, ancak niye tabuttalar onu da düşünün. Doğal taşların insanı alıp götüren bir tarafı var. 18 Mayıs 2019, Londra.
1954 Mumbai doğumlu Kapoor, 1977'de Hornsey College of Art'tan, 1978'de de Chelsea School of Art'tan mezun oluyor. 1990 yılındaki 44. Venedik Bienalinde İngiltere'yi temsil ediyor ve Void Field adlı enstalasyonuyla 'en iyi genç sanatçı' ödülünü, 1991 yılında ise Turner Ödülünü kazanıyor. Ayrıca Oxford Üniversitesi 2014 yılında Kapoor'a onursal doktora veriyor. Anlayacağınız İngilizden daha çok İngiliz.
Lisson Gallery, sergi kapsamında bir de Anish Kapoor kütüphanesi oluşturmuş. 18 Mayıs 2019, Londra.
Kendi jenerasyonunda Dünyanın en önemli heykeltıraşlarından biri olarak kabul edilen Kapoor, daha çok kamuya açık alanlarda sergilenen devasa boyutlardaki, form ve mühendislik olarak insanı şaşırtan işleriyle biliniyor. Bir örnek benim de çok beğendiğim ve bir gün yakından görmek istediğim, Kapoor'un Amerika'daki ilk kamusal enstalasyonu olan Chicago'daki Cloud Gate.
Chicago merkezdeki Millenium Park'ın 20014'teki açılışı için Anish Kapoor'a sipariş edilen, AT&T'nin şehre bir hediyesi. Enstalasyon AT&T Plaza'nın önünde. Buna 'The Bean' de diyorlar. 110 ton ağırlığında.


Anish Kapoor, Lisson Gallery'deki bu onyedinci sergisinde yine çok sevdiği feminen temaları tercih etmiş. Tuvaller büyük, renkler göz alıcı. Kapoor tuval üzerine yağlı boya insanı değil; ancak sanırım ilk kez yağlıboya tuvallerini görme fırsatım oldu.
Bunlar da 2019 tarihli isimsiz iki yağlı boya. İsimsiz olsa da ana rahmi yorumunu yapmak yanlış görünmüyor. Boğa var bir de her iki resimde de, kadının gücünü temsil ediyor olabilir. Anish Kapoor Sergisi, Lisson Gallery, 18 Mayıs 2019, Londra.

Kapoor şunu demek istiyor: İnsanın içinden ne çıkıyorsa bu daima kirlidir, zordur, her zaman da sorunludur. İçimizden çıkanları bir şekilde temizlemek zorundayız, esasen de tüm hayatımız böyle geçiyor. Doğru felsefeye ne gerek? Olaya felsefi bakmayalım dersek de bunlar düpedüz adet kanaması. Nasıl baktığımıza bağlı. Şurada Kapoor kendisi anlatmış.
Silikon, fiberglas ve gazlı bezden isimsiz 2016 tarihli bir çalışma. Önceki yağlı boyalarda anlatılan, içimizden çıkanları bezlerle mi temizliyoruz acaba? Anish Kapoor Sergisi, Lisson Gallery, 18 Mayıs 2019, Londra
Galeri görevlisine birkaç gün önce Sky News’da izlediğim Kapoor röportajını galeride canlı izleyip izlemediğini sorunca ‘Benim haberim yok, ben neredeydim o sırada acaba?’ dedi. Sohbetimizin devamında da serginin açılış gününde (14 Mayıs 2019) izdiham yaşandığını, galeride adım atacak yer olmadığını belirtti. Şaşırmadım, çok ünlü bir sanatçı, insanlar akın etmiştir.
Yine üstteki ile benzer bir parça. Burada da hijyenik pedlerden esinlenmiş olabilir. Anish Kapoor Sergisi, Lisson Gallery, 18 Mayıs 2019, Londra.
Bir de güzel tarafı, 15-20 dakikada gezebilirsiniz, sergide toplamda 16 parça vardı ancak galeri de derli toplu, eserler güzel konumlandırılmış. Dolayısıyla pratik şekilde girip çıkıyorsunuz.
Soldaki isimsiz, sağdakinin adı 'Rectangle within a rectangle', her ikisi de granit ve 2018 tarihli. Gri olan National Geographic'in kapı benzeri logosunu/sarı çerçevesini andırdı bana. Bilmiyorum biliyor musunuz ancak kapıyı, psikolojide ana rahmi olarak sayan görüşler var. Lisson Gallery, 18 Mayıs 2019, Londra. 

Bunlar da bahçedeki üç heykel...
Sağdaki İran oniksinden 2018 tarihli isimsiz bir çalışma. Lisson Gallery, 18 Mayıs 2019, Londra.
Lisson çıkışında, oraya çok yakın olan Küçük Venedik’e yürüdük. Londra’dan Venedik’e nasıl mı oluyor? Güzel oluyor, ciddi ciddi de benziyor.
Küçük Venedik (Little Venice), 18 Mayıs 2019, Londra.
Bölgenin adı Little Venice. İki ana kanal üzerine kurulmuş yemyeşil bir mekan. Zaten Londra’da hava kirliliği olsa da yeşil alan sorunu hiç yok. Kanal üzerinde tekne turu yapabiliyorsunuz. Sabit teknelerde de bayağı bayağı insanlar yaşıyor. Güzel film seti olur burası.
Teknede doğum günü partisi vardı. Küçük Venedik, 18 Mayıs 2019, Londra.

Kanalın tam üstündeki Cafe Laville'de chips&beer yaptık, kafenin sahipleri de İtalyandı, hatta Can şiparişi kolay yoldan İtalyanca verdi.
Cafe Laville, Küçük Venedik, Londra.

Yemeğin ardından evin yolunu tuttuk. Yalnız olsam buradan Camden’a yürürdüm ama Can yorgundu. Londra'daki son günüm çok güzel geçti, sanat, sohbet, spor dolu...

19 Ağustos 2019 Pazartesi

St Martin'de Kilise Konseri

Bugün yapacak özel bir şeyim yoktu ve şehri gezmeye karar verdim. Sandemans'ı bilir ve severiz (Avrupa Yakası Dilber Abla konuşmaları gibi oldu). Dolayısıyla internetten Sandemans’ın ücretsiz yürüyüş turuna kaydoldum. Bu yürüyüş turlarını tavsiye ederim, gittiğim şehirlerde varsa katılmaya çalışıyorum, yıllar önce ilk kez Berlin'de gitmiştim, gayet doyurucu, ücretsiz olduğundan beğendiyseniz sonunda bahşiş vermek üzerine kurulu bir modeli var. Bugünkü turun rehberi, uzun süredir Londra’da yaşayan Yeni Zelandalı Charlotte. Turun rotası benim için fazlaca tekrara düşse de memnun kaldım. 

3 saatin sonunda sanki yürümelere doyamamışım gibi aynı gün öğleden sonra 15.30’da başlayan eski şehir turunu (London Old City Tour) da aldım. Fakat bu tur ücretli (14 pound) ve 3 saatten fazla sürüyor. Rehber ise yine Charlotte. Süper! 
Sağdaki kuleli bina St Martin in the Fields, karşısındaki bina National Gallery. National Gallery'nin önü ise Trafalgar Meydanı. Fotoğrafın sağ altında görünen atlı da bunların Corçlardan biri. Hey Corç! (Devamını Hakan Peker yıllar önce bilmişti.)

İlk turun sonunda eve gidip biraz dinleneyim diye düşündüm. Can’ın evinin çaprazında St Martin in the Fields kilisesi var. Şeytan dürttü -yok yok sabahtan dışarıdaki konser afişlerini görmüştüm zaten- akşamki konsere bilet sormak üzere daldım içeri.

Sagrada Familia gibi bir özelliği yoksa kilise gezmem. Ancak kilise konserlerini severim. Ambiyans, akustik ve konser programında seçilen parçaların bestecileri (örneğin kilisede iyi giden Bach, Haydn), solist enstrüman (örneğin org, klavsen) ve dönemi (örneğin barok, romantik), kilise konserlerini daha bir anlamlı kılıyor. Bugün de Handel, Bach, Vivaldi gecesi var. Çok dolu ve kişisel favorilerimi de içeren bir konser programı hazırlanmış. Bilet gişesine indim:

Z: Akşamki konsere yer var mı?
Gişedeki din kardeşim olmayan kardeşim (G): Öğrenci kartınızı göreyim?
Z: Öğrenci değilim (“Öğrenci kartım yanımda değil ama valla bak öğrenciyim, indirimli bilet lütfen” diyemedim, dini mabeddeyiz, çarpılırım filan).
G: Tamam o zaman 25 pound rica edeyim.
Z: Cheers mate! (Aman da ne coştum, te allaam, deseydin ya öğrenciyim)

Bileti aldım ama bir yandan da eski şehir turu var, konser 19.30’da, nasıl yetişeceğimi düşünmeye başladım. Evde biraz atıştırıp bacaklarımı havaya diktikten sonra tekrar Covent Garden’a döndüm ve Charlotte ile buluştum. Sabahki ücretsiz turda üç Amerikalı dışında anglo-sakson yokken, ücretli eski şehir turunun geneli angloydu. İngiliz ve Avustralyalı ağırlıklı bir gruptu, girişte herkes kendini tanıttı ve başladık Strand üzerinden eski şehre doğru yürümeye…

Çok memnun kaldım bu turdan, ilginç güncel ve tarihi bilgiler öğrendim. Rahat dinleyebilmek ve etrafa bakmak için de fotoğraf çekmeye vaktim kalmadı. Fotoğraf çekenler hep geride kaldı ve her şeyi dinleyemedi haliyle. Sabah ve akşam aynı tur rehberi ile birlikte olunca yeni ve eski şehirle ilgili bilgiler güzel birleşti gibi geldi bana.
St James Parkı, 16 Mayıs 2019, Londra. Bu fotoğraf sabahki turdan bu arada.
Örneğin, benim de yürüyüş yapmaktan keyif aldığım St James Park, Kral 8. Henry’nin avlanma alanıymış. Nişantaşı da bizimkilerin atış talimi yaptığı yer, ne yapalım yani. Şaka şaka...

Rupert Murdoch St Bride's Kilisesinde evlenmiş, kilise -adı da üzerinde- düğün pastasına benziyor. Medyacı Murdoch'un Fleet Street'te evlenmesine şaşmamalı.
St Bride's Kilisesi, 16 Mayıs 2019, Londra.
1666’daki Büyük Londra Yangınından sonra hemen tüm şehri Sir Christopher Wren inşa etmiş. St Paul’s Katedrali de buna dahil. Winston Churchill'in cenaze töreni burada yapılmış. Lady Di de burada evlenmişti. Bu kilise 1.400 yıldır burada, vay vay...
St Paul's Katedrali, 16 Mayıs 2019, Londra.

Londra’nın ilk pub’ı Ye Olde Chesire Cheese olarak kabul ediliyormuş. Fotoğrafını çekmemin nedeni ise Samuel Johnson. Yazar ve şair Johnson, yalnız kalmaktan hiç hoşlanmazmış ve bu pub’da çok vakit geçirirmiş. Londra hakkındaki şu sözünü öteden beri bilir, çok severim: ‘"Why, Sir, you find no man, at all intellectual, who is willing to leave London. No, Sir, when a man is tired of London, he is tired of life; for there is in London all that life can afford."’ ‘Londra’yı sevmeyen ölsün’ olarak çevirsek yeridir.
Tam ortadaki altı siyah bina "Ye Olde Chesire Cheese". Minik beyaz tabelası pek belli olmuyor.
16 Mayıs 2019, Fleet Street, Londra.
Tur Tower of London’da bitiyor, Charlotte’a teşekkür edip hızla metroya koştum. Amacım konser öncesi evde biraz dinlenmek. Vakitlice vardım, peynirli sandviç yaptım (Tesco’nun eskitilmiş peynirleri mükemmel), çayla yedim. Biraz da uzandım, of ne gündü, yürü babam yürü. Tam 19.783 adım (13,1 km) atmışım bugünün toplamında. Kardeşim Can duyunca şok oldu.
St Martin in the Fields'da The Belmont Ensemble of London'ın Bach, Handel, Vivaldi by Candlelight konserindeyim.
 16 Mayıs 2019, Londra.
Üzerimi değişip St Martin’e girdiğimde konserin başlamasına 10 dakika vardı. Yerime geçtim, en arkadaki T sırasındayım, 'En önlerde olayım her şeyi göreyim' gibi bir derdiniz yoksa, bu sırayı tercih edebilirsiniz, çünkü daha yüksek, kapısı var ve sağı, solu, üstü kapalı. Kedi değilim ama hoşuma gitti, gerçi bir dakika Aslan burcuyum sonuçta. 
"Kilisenin en son sırası neden daha yüksek? Sınıfın tembelleri buraya oturtulup yüksekte teşhir mi ediliyor? Sıranın adının T olmasının da mı bir anlamı var, T=çarmıh?" gibi paranormal düşüncelere kapılsam da manzaradan memnunum. 16 Mayıs 2019, St Martin in the Fields, Londra.
Yanımda 3 metre boyunda iki Kuzey Avrupalı vardı, sıralara sığamadılar, ahşap oturaklar devamlı garç gurç etti bunlar parmağını dahi kaldırdığında. Bir de o kadar çok içmişler ki Mr Fogg's yanımda bar açtı sandım. Neredeyse 'Siz bir gidip günah çıkarır mısınız İsveç, Norveç aşkına' diyecektim.
Konser programı mükemmel, bu şekilde konser dokümanlarımı sıraya yerleştirince, yanımdaki iki Kuzeyli de cebinden çıkarıp aynısını yaptı. 16 Mayıs 2019, St Martin in the Fields, Londra.
St Martin in the Fields, her yönden aktif bir kilise. Kilise ve hayır faaliyetlerinin yanı sıra, ücretli ve ücretsiz klasik müzik ve caz konserleri, sergiler, kurslar, konuşmalar, oda müziği yarışmaları düzenliyor. Hatta The Academy of St Martin in the Fields adında 1958’de Sir Neville Marriner -en sevdiğim şeflerden birisidir, allah rahmet eylesin- tarafından kurulmuş bir orkestrası var ki dünyaca meşhur. Şu anki müzik direktörleri Joshua Bell, yani o kadar söylüyorum. Ayrıca parti, konferans ve toplantılar için bahçesini ve diğer bazı bölümlerini kiralayabiliyorsunuz.
Yanımdaki dev Kuzeylilere göz deviriyorum. Viking bitti kardeşim, ses yapmayın.
St Martin in the Fields, 16 Mayıs 2019, Londra.
Bina 1720’lerde yapılma ve bence fevkalade. Buralarda ortaçağdan beri muhakkak bir kilise bulunmuş. ‘In the fields’ denmesi de boşuna değil, burası Londra'nın Westminster ilçesine bağlı ve şimdi şehir merkezi olsa da eskiden merkezi sayılmıyormuş (öğlenki eski şehir turunda Charlotte da söylemişti). Yani "O zamanlar buralar dutluktu" demek istemişler.

Konserin tam adı Bach, Handel and Vivaldi by Candlelight. Mum ışığında diyor ancak mum yok, mum efektli şamdanlar var. Mum hissi yaratıyor ama gerçekten. Çalan grup The Belmont Ensemble of London, 1991 yılında kurulmuş ve anladığım üzere barokta iyi uzmanlaşmış. Harika çaldılar, kulaklarımın pası silindi. Klasiği özlemişim. Kilise akustiğinde hafif meditatif, hafif neşe dolu hissettiriyor. En çok da evrensel hissediyorsunuz, bunu tam karnınızdan anlarsınız zaten, özellikle de Vivaldi'nin Dört Mevsim prestolarını dinlerken. Bu arada St Martin, kilise olmasına rağmen Avrupa’nın en iyi konser salonlarından sayılıyor. Denk gelirseniz tavsiye ederim, akustik ve ortam güzel. Yukarıda bizim konserde de çalınan bir Vivaldi-Kış paylaşıyorum, grup başka ancak konser St Martin'den.
'Kiliseyle filan uğraşamam' diyorsanız, direkt Cafe Crypt'e inen bir bölüm de (Üstteki fotoğrafın solundaki camlı top) var. Buradan aşağı iniyorsunuz, kilisede olduğunuzu da anlamıyorsunuz. Mesela caz gecelerine gelin, kiliseye hiç girmeyin, direkt Cafe Crypt'e inin (bilet gişesi de burada zaten). Bence adil ve seküler. St Martin in the Fields, Londra.
Konser arasında kilisenin kafesi Crypt’e inip bir kahve içtim. Atmosferi bizim Yerebatan tadında. Caz gecelerinde buraya sahne kuruluyor ve konserin ilk bir saati boyunca yemek de sipariş edebiliyorsunuz.
Şöyle doğal görünümlü mimarinin hastasıyım. Konser arasında kahvemi içiyorum.
16 Mayıs 2019, Cafe Crypt, St Martin in the Fields, Londra.

Kilise görevlisinin çaldığı zille kalan kahvemi dikip yukarı çıktım. Konser Vivaldi'nin Dört Mevsimi ile 21.30 civarı sona erdi. AzizSt Martin’den çok mutlu ayrıldım.
Ekip selam veriyor. Ortadaki koyu kırmızı kıyafetli olan, şef Peter G. Dyson, aynı zamanda orkestranın kurucusu. 16 Mayıs 2019, St Martin in the Fields, Londra.


Kiliselerin mihraplarındaki İsa figür ve heykellerini bilirsiniz, burada o yok, onun yerine cam pencere konumlandırılmış. Barok kilisede fütüristik bir İsa tarzı. Sonradan baktım İran doğumlu İngiliz bir sanatçının tasarımı, yarışma ile seçilmiş ve 2008'de yerleştirilmiş. Bravo gerçekten! Bu kiliseye sırf bu pencereye bakmak için kısaca girilebilir.
Alkışlar The Belmont Ensemble of London'a. 16 Mayıs 2019, St Martin in the Fields, Londra.

Sadece iki ana materyal ile (çelik ve cam) verilebilecek müthiş bir his bu: Yatayda baksanız bir damla suyun dalgası, dikeyde baksanız II. Dünya Savaşı'nın bir bombası, hiçbir şey bulamazsanız da kilisenin çarmıhı. Muazzam.
St Martin in the Fields'ın doğu penceresinin tasarımına bayıldım.

10 Ağustos 2019 Cumartesi

Yiu, Britten ve Şostakoviç

BBC Senfoni Orkestrası'nın Yiu, Britten ve Şostakoviç konseri için Barbican Hall'a giriş yapıyoruz. 15 Mayıs 2019, Londra.

Barbican’ı çok seviyorum. Niye bu kadar seviyorum diye düşününce, zihnimin derinliklerinde bizim AKM ile özdeşleştirdiğimi fark ettim. Şu güzelliği var bu performans, kültür ve sanat merkezinin: Yılın 363 günü açık. Yani her an bir aktivite var ve kalite standartları çok yüksek. Müzik, tiyatro ve tüm performans türlerinde dünya sanatçılarını ağırlamasının yanı sıra içinde sinema salonları, sanat galerileri, sergi alanları, dükkan, kafe ve restoranlar barındıran devasa bir merkez. Kraliçe Elizabeth’in ‘modern dünyanın harikalarından biri’ olarak tanımladığı Barbican’ın Londra’nın en çirkin binası olarak oylanmış olması da ironik. Bana göre çirkin bir mimarisi yok, dışarıdaki havuzu ve içerideki labirent havasını seviyorum. Barbican’a bir önceki ziyaretimi de kısaca yazmışım, unutmadan Barbican’ın içinde özel bir sera da var, göz atmak isteyenler buyursunlar.
Barbican, Londra
Bu kış Londra’ya gitmeden Sir Simon Rattle’ın Barbican’daki konserlerinden birine bilet almıştım. Kardeşim Can, son dakika Kraliyet Operasının Maça Kızı prömiyerine bilet bulunca -ki sevinçten havalara uçtum- opera da Sir Simon konseri ile aynı güne denk gelince, Barbican biletlerini açığa aldırmıştım. Ufak bir bedelle sonraki altı ay boyunca kullanmak üzere açık bilete çevirebiliyorsunuz. Zaman hızlı geçiyor. Bu yılki ikinci Londra seyahatimde planlı bir aktivite yoktu. O nedenle Barbican’ın programını inceledim ve kredimi BBC Senfoni Orkestrası’nın şef David Robertson yönetimindeki konseri için kullanarak biletlerimizi aldım. Kişi başı 18 pound, gayet güzel.
Metro ve biraz yürüyüşle Barbican'a vardık. Ağustos sonuna kadar devam edecek olan yapay zeka sergisi (AI: More than Human) de yeni başlamıştı. Yankı uyandıran bir sergi oldu. Tekrar gidersem  detaylı gezmeyi düşünüyorum, sergi çok dolu görünüyordu ve yoğun talep vardı. Önümüzdeki dönemde yapay zeka, ekmek-su gibi bir şey olacak.
Barbican'da Mayıs ayında başlayan Yapay Zeka, İnsandan Öte sergisinden bir örnek. Barbican, 15 Mayıs 2019, Londra.
Konser 19.30’da Barbican Hall’da. Öncesinde birer küçük bira ve Can’ın bayıldığı bol soslu atıştırmalıklardan sonra konsere geçtik. Salonda düşündüğümden fazla boş yer vardı.
California doğumlu şef David Robertson, şu an New York Filarmoni'nin başında.
Şef David Robertson inanılmaz sempatik, güler yüzlü biri. BBC Senfoni’de 2005-2012 arası misafir şeflik yapmış. Amerikalı, ancak eğitimi İngiliz.

Klasik müziğe doyamıyorum, adı klasik ancak bu konser programında yeni bir eseri dinleme şansımız oldu. Özellikle besteci ve caz piyanisti Raymond Yiu’nun şehir olarak Londra'yı düşünerek 2012 yılında yazdığı eseri (The London Citizen Exceedingly Injured) çok beğendim. Fikir yaratıcı. Yiu, George Orwell’in 1984 romanından da esinlenmiş bu besteyi yaparken. 1984 de ne büyük romanmış, esin kaynağı olmadığı bir sanat türü yok sanırım.
Aslen Hong Kong'lu, Londra'da yaşayan besteci Raymond Yiu, 1973 doğumlu.
BBC Senfoni Orkestrası (1930'da kuruldu) harika çaldı. Bu özel bestenin Londra’daki ikinci seslendirilişinde bulunmuş olduk. Sizlerle de paylaşmak isterdim ancak Youtube'da bulamadım, sanırım platformlara düşmesi zaman alacak. Bu arada Raymond Yiu da konserdeydi, eserini canlı dinledi ve aradan sonra kaçtı.
Yerimiz güzel. Barbican Hall, 15 Mayıs 2019, Londra.
Bu eser 2013 yılında BASCA Britanya Besteci Ödüllerinde ‘orkestral eser’ kategorisinde ödüle aday gösterilmiş. Hong Kong'lu besteci Yiu, aslen bir mühendis ancak meşhur Guildhall Müzik Okulunda da özel eğitim görmüş. Zaten o okul da hemen Barbican’ın yan sokağında.
Barbican Hall, 15 Mayıs 2019, Londra.
Benzer şehir bestesi fikri Türk yaratıcılarından Burhan Öçal’dan da çıkmıştı, onun da senfonik Eski İstanbul adlı bir eseri var. Çok güzel. Hatta Borusan Quartet seslendirmişti. Bu eseri keşfettiğim konser hakkındaki, video kayıtları da içeren yazım burada.
BBC Senfoni Orkestrası, Yiu, Britten ve Şostakoviç konseri, 15 Mayıs 2019, Barbican Hall, Londra.

Konser programı, The London Citizen Exceedingly Injured’den sonra İngiliz besteci Benjamin Britten’ın tenor ve korno için serenadıyla devam etti. Konserin bu bağlamdaki iki solistinden biri olan tenor Anthony Gregory’yi beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Yetersiz kaldı. Bir klasik müzik eleştirmeni de konserdeymiş demek ki, yazısında Gregory’nin bu performanstaki ses hacmi için ‘endişe verici’ ifadesini kullanmış. Ancak diğer solist Martin Owen kornoda harikalar yarattı.
Şef Robertson, kornocu Owen ve tenor Gregory'den bir kulis fotografı. 15 Mayıs 2019, Barbican Hall, Londra.
Konser Şostakoviç’in 1 no.lu senfonisiyle bitti. Şostakoviç bu eseri, henüz öğrenciyken yazmış. Konseri modern caz tınılarının senfoniyle birleştiği Uzakdoğulu genç bestecinin eseriyle başlatıp, klasik ama aynı karakterde bir tarz ile ve eseri çok gençken yazmış Rus besteciyle kapatmak harika olmuş. Böyle bir program oluşturmak da BBC Senfoni ve Barbican’ın başarısı... Konserin parça seçimleri ayrı kıtalar ve ayrı tellerden çalıyor gibi gözükse de bir bütünün parçasıydı.
Salonun girişinde konserin BBC Radyo 3 için kaydedileceği belirtiliyor.
Her şey şeffaf. 15 Mayıs 2019, Barbican Hall, Londra.
Konser BBC Radyo 3 için kaydedildi, radyo haricinde konserden sonraki otuz gün boyunca BBC iPlayer’dan da dinlenebiliyor. Süper hizmet.