29 Ocak 2014 Çarşamba

Yasmin Levy

Yasmin Levy

 "İstanbul Kongre Merkezi Harbiye Salonu kötü bir salondur." diyerek söze başlamak istiyorum. En önemli şey bu mu diyenlere, evet benim için başat faktör konser salonu. Biletlerimiz önlere çok yakın bir sıradaydı ancak keşke en tepede olsaymışız diye de düşünmedim değil. Amfi şeklinde olmayan vip bölümün eğimi sahneye doğru yükselen bir yapıda, bari dümdüz olsa. Buralara iskemleler koyulmuş ve kötü bir düzenleme yapılmıştı. Ayrıca ortam gitgide soğudu, son tahlilde sevgili dostum Şebnem ile montlarımıza sarılarak oturuyorduk.

Konsere gelirsek, gürül gürül her kelimeye anlam katan sesiyle Yasmin Levy ve 7 kişilik orkestrası karşımızdaydı. Kemanlar Türk, çok beğendiğim klarnet/kaval Ermeni, kontrbas İngiliz, gitar, davul ve piyano ise İsrailli müzisyenlerle hayat buldu. Orkestrası da kendi iç dünyası gibi gerçek bir dünya karması.

Yasmin Levy, 11 Ocak 2013, İstanbul Kongre Merkezi
Levy, siyah pırıltılı uzun bir elbise ve ona uygun büyük bir yüzükle çıktı. İkinci çocuğuna hamile olduğunu biliyordum ama 8 aylık olduğundan haberim yoktu, içeri girdiğinde salondan bir "aaa" uğultusu koptu. Karnı burnunda neredeyse 1,5 saat ayakta performans sergiledi. Siyah bir kuğu gibiydi.* Ayağındaki topuklular da gözümden kaçmadı.

Türkçesine ise hayran kaldım. Girişte "Bu gece çok mutluyum, evimdeyim." dedi. Tam bir Türk dostu. "Bebeğim 8 aylık oldu ama Türkiye'den çağırdıklarında 'hayır' diyemezdim." dedi. Şarkı öncelerinde hikayeleri anlatırken bir seferinde "Kayınvalidem bir an evvel ölse iyi olur, hiç sevmiyorum." dedi. Sonra arkasına dönüp baktı, meğersem davuldaki müzisyen kocasıymış, hemen "Şaka şaka, çok şanslıyım kayınvalidemi tanıdığım için." diye düzeltti.

Çok sevdiğim iki parçasını ise söylemedi, canı sağ olsun. "Firuze" ve "Sevda" yorumları çok iyiydi. Konserde yer vermese de çok hoşuma giden parçası Yo En La Prizion'u paylaşmak istiyorum. Biliyorum epey arabesk ama İspanyolca/Ladinoca, bu enfes ses ve sözlerinin ağırlığı karşısında elimde değil, bir hoş oluyorum ve dünya değiştiriyorum bu parçada.



* Siyah kuğu benzetmesi Suits'den geldi aklıma, son sezonda Louis, siyahi Jessica’nın arkasından sessizce ve hayranlıkla "Black Swan!" demişti, süper Louis Litt sahnelerinden biriydi. Bayılıyorum Louis Litt karakterine...

18 Ocak 2014 Cumartesi

Saygı

Sabah işe giderken Açık Radyo’da her sesini duyuşumda deliriyorum. Önce bir içim kalkıyor, sonra o ikna edici tonunla kendime geliyorum: "Anadolu halkımızındır." diye bitiriyorsun.

Son son 1,5 sene önce İKSV'nin terasındaki restorana çıkan asansörde karşılaştık, müzik üzerine hasbıhal ettik, çok şıktın. İlk tanışmamız ise Nisan 2010'da NTV’nin eski stüdyolarında oldu. BBC’nin "Life" ("Hayat") belgeselinin seslendirmesi için gelecektin, Özgür'le birlikte çok heyecanlıydık seni izleyeceğimiz için. Seslendirme stüdyolarının havasız oluşundan yakınmışsın, çok haklısın. Kaç bölüm belgesel, hem sıkışık hem havasız ortamda nasıl biter? Ayrıca seslendirme açısından bazı kuralları yıkıyormuşsun, bu açıdan sen seslendirirken hiçbir müdahalede bulunulmama kararı alınmış. Aziz Hoca'nın isabetli yaklaşımı.


İşte geldin, deri koltuğa oturdun tam karşıma, ne konuşsam diye epey kıvrandım, neyse o babacan ve paylaşımcı kişiliğin sayesinde atlattık, tam fotograf çekilirken de gözüne bir şey kaçtı, Özgür'e "Çek bir daha!" dedin.

NTV, CNBCe Stüdyoları, 22 Nisan 2010
Life'da o gün sıra böceklerdeydi; seslendirme asistanı, sen, ben çok garip Latince bir böcek adını "Şöyle mi söylesek, böyle mi dillendirsek?" diye epey kafa yorduk. Sonrasında başladın ve gözlerimi aça aça seni izledim. Minicik stüdyoda yankılanan sesin, hayretli tonlamaların hala kulaklarımda...

Gittiğin yerde huzur içinde, mutlu ol... Sana bu minik ithafımı kabul et, 2010 tarihli çalakalem bir Bach Prelude. Bu klasiği seviyorsun.



2014'ün bu ilk yazısında, seninle tanıştığımız zamana yakınsamak için...