13 Temmuz 2013 Cumartesi

Opera Her Yerde*

'Bu sezon Süreyya’da hiç temsil izleyemedim, izleyecek bir şey bulamadım' diye hayıflanırken Opera Festivali ilaç gibi geldi.

25 Haziran – 8 Temmuz 2013 tarihleri arasında düzenlenen 4. Uluslararası İstanbul Opera Festivali’nin açılışı Verdi’nin Rigolettosu ile Haliç Kongre Merkezi’nde yapıldı. Açıkçası açılışa katılmayı pek düşünmüyordum ama Pınar arayıp ‘Gidelim mi?’ deyince ve aramıza Pelin de katılınca güzel bir akşam geçirdik. Santral’de yemeğimizi yeyip biraz çimlerde keyif yaptıktan sonra Haliç Kongre Merkezi’ne geçtik. Favori mekânlarımdan olmadığını daha evvel de yazmıştım, ‘Neyse bir de opera izleyelim, bakalım akustik nasıl gelecek bu sefer?’ diyerek yeni bir başlangıç yapmak istediysem de, yok yine olmadı. Ülkemizin bence tek opera salonu olan Atatürk Kültür Merkezi de elimizden alındığından açılış temsilini bu vasat akustikle izlemiş olduk.
Rigoletto, Ankara Devlet Opera ve Balesi, 25 Haziran 2013, Haliç Kongre Merkezi
Ankara Devlet Opera ve Balesi’nin Yekta Kara rejisi ile ve Rengim Gökmen şefliğinde sahnelediği Rigoletto’da favori solistim Rigoletto’yu oynayan bariton Eralp Kıyıcı idi. Kendisi operanın içine doğmuş bir sanatçı, annesi Cemaliye Kıyıcı da önemli bir mezzo soprano. Mantua Dükü rolündeki Murat Karahan’ı da başarılı buldum. Hatta bence “La donna e mobile” aryasını Gala Konserindeki İtalyan tenor Stefano Secco’dan çok daha güzel söyledi. Rigoletto’nun kızı Gilda’yı canlandıran misafir Rus soprano Ekaterina Siurina ilk etapta biraz stresli gibiydi ama sonradan açıldı, oyunculuğu da sesi de iyiydi.

Rigoletto, Victor Hugo'nun Le roi s'amuse adlı oyunundan uyarlanarak Verdi’nin favori librettisti Francesco Maria Piave tarafından yazılmış ve 1850-51 döneminde Verdi tarafından bestelenmiş üç perdelik aşk ve tutku dolu bir trajedi, bir başyapıt. İçindeki aryaların hemen tamamı ise tarihe geçmiş müthiş eserlerdir. Rigoletto’yu en son 2010 kışında Viyana Operası’ndan izlemiş ve kendimden geçmiştim.

Eser, normalde 16. yüzyılda İtalya Mantua’da geçer. Mantua Dükü, etek gördü mü çıldıran bir playboydur. Hizmetçi demez, eş-dost karısı demez, soylu arkadaşlarının kızları demez, hepsini baştan çıkarır. Rigoletto ise onun kambur yardımcısı, soytarısıdır. Rigoletto’yu bu hayatta tek neşelendiren kişi, kapalı kapılar ardında tuttuğu, herkesten gizlediği masum kızı Gilda’dır. Ama Dük yine ava çıkmıştır ve sıra Gilda’ya gelmiştir…

Yekta Kara, Rigoletto’yu 1920’lerin başına çekerek modernleştirmiş, bunun sonucunda da oyun mafyöz bir tavır takınmıştı. Bunu dekorlardan da hissedebiliyordunuz. Bence rejide birtakım sorunlar vardı, belki bu modernleştirmenin bir parçasıdır ancak yine de Gilda’nın babasının onu sakladığı evinde bebek ve pusetlerle oynayan bir kız çocuğu olarak gösterilirken, hemen bir sonraki sahnede “Ah aşkımdan ölüyorum, bitiyorum, aşkımın adı Gualtier Malde!” konulu “Caro Nome il Mio Cor” aryasını söylemesi bütünlüğü bozmuştu.

Opera Festivali kapsamında gittiğim ikinci etkinlik, 1 Temmuz’da Aya İrini’de gerçekleşen “Viva Verdi” başlıklı Gala Konseriydi. 2013 yılı, Verdi’nin 200. doğum yılı olduğundan Festival, gala konserini ünlü şef Roberto Abbado, birçok ünlü solist ve İstanbul Devlet Opera ve Balesi Korosu ve orkestrası eşliğinde Verdi eserlerine ayırmış. Hiç bilet kalmadığından, konsere Esen Abla’nın ‘artist’ kartı ile artistler kapısından giriş yaptım, güzel de bir yer buldum kendime, hoşuma da gitmedi değil yani.



Konser solistleri Soprano Davinia Rodriguez, bariton Marco Vratogna, tenor Marco Berti ve tenor Stefano Secco idi. Bu konser uzun zamandır izlediğim en iyi konserlerdendi diyebilirim. Hatta kaydını edinmeye çalışacağım. Öncelikle orkestra ve koro muhteşemdi. Programsa Rigoletto, Il Trovatore, La Traviata, Othello gibi popüler opera parçalarından oluşuyordu. Solistlerden İspanyol Rodriguez ile İtalyan bariton Vratogna favorilerim oldu. Rigoletto’nun “Tutte le feste al tempio” aryasını birlikte olağanüstü seslendirdiler. Hatta o kadar beğendim ki yeni girdiğim twitter’dan Vratogna’ya tebrik tweet’i attım eve gelince, Rodriguez sana da atacaktım ama twitter’da bin tane Davinia Rodriguez çıktı, seçemedim aralarından.

Koro, Othello’dan “Uragano” ve Il Trovatore’den “Çingeneler Korosu” nu seslendirdi, çok çok iyiydi. Şef Abbado, bir ara, o esnada sadece solistlerin söyleyecek olması nedeniyle erkek koristleri oturtmayı unutup, erkek koristler de kendi inisiyatifleri ile hop diye oturunca bayağı bir oturma sesi çıktı. Bunun üzerine Abbado koroya afra tafra çekerek eseri kısa bir an durdurdu, baştan aldı. “Şefim, sen dünyanın her yerinde konserler, operalar yönet; sonra gel İstanbul’da koroyu oturtmayı unut, olur böyle şeyler, stres yok…”

Soprano Rodriguez ise bir seferinde söyleyeceği daha bitmeden tam üç kez alkışla kesildi. Bu maalesef coşku alkışları değil, eser bitti sanılarak seyircinin tam üç kez! balıklama atlaması sonucunda gerçekleşti. Yanı sıra, ortam genel olarak aşırı derecede gürültülüydü, her sene daha kötüye gidiyor sanırım… Hele konser başladıktan 5 dakika sonra topuklu ayakkabılarıyla Aya İrini’yi boydan boya dolaşan dostlarımıza özel tebrik sertifikası gönderiyorum. Tabii sorun sadece onlarda değil, teşrifatçılarda. Genç teşrifatçılarımızın konser başladıktan sonra içeri kimseyi almamaları gerekir ama tabii ‘nereden bilecekler’ sorusu akla geliyor, ‘5 dakikadan ne olur, öyle değil mi ama?’ Bu genç arkadaşlarımızın yüzde kaçı acaba daha evvel bir opera temsili izleyebildi veya festival yetkilileri tarafından yol yordam konusunda bilgilendirilebildi? Konser sonunda ise daha solistler seyirciyi selamlamadan bir yığın insan paldır küldür kalktı. “Anladık bis’e kalmayacaksınız ama daha konser bitmedi cicişler, solistleri dinlerken ağzınız kulaklarınızdaydı, bari izin verin selamlasınlar!”

Festival kapsamındaki son etkinlik, 7 Temmuz’da kardeşim Can’la Topkapı Sarayı’nda izlediğimiz ve Festivalin kapanış temsili olan IV. Murat Operası idi. Can’ın giderken bana zorla Ankara misket havaları cd’sini dinletmesi, yetmiyormuş gibi şarkının içinde geçen “ 'kostak kostak yörü yörü' ifadesindeki kostak kostak yürümek ne demek Abla?” gibi sorular sorması, benim bozulmam, onun da devamlı surette kahkahalar atması ile geçen zorlu bir yolculuk sonunda Topkapı’ya vardık.
7 Temmuz 2013, Topkapı Sarayı



Çok sevgili arkadaşım, Samsun Operası koro şeflerinden Bertan Rona sayesinde oyuna rahat bir şekilde girdik. Osmanlı padişahlarından fiziki olarak güçlü, korkusuz, cesur ama aynı zamanda ince ruhlu ve iyi bir besteci de olan ve sıklıkla halkın arasına karışan IV. Murat’ın yaşamından kesitlerin aktarıldığı eseri, padişahın yetiştiği Topkapı Sarayı’nda izlemek çok hoş oldu doğrusu.

Konusu şöyle: Topal Recep Paşa’nın da yönlendirmesiyle, isyan eden bir bölüm Yeniçeri ve Sipahiler, Topkapı Sarayı’nı basarak,  IV. Murat’ı ayak divanına çağırırlar. Asiler, aralarında Şeyhülislam, Defterdar, Yeniçeri Ağası ve Sadrazam Hafız Paşa’nın da bulunduğu önemli devlet görevlilerinin kendilerine teslim edilmesini istemektedirler. Kendini son derece yalnız ve çaresiz hisseden IV. Murat, isyancıların isteklerine uyarak devlet görevlilerini istemeyerek görevden uzaklaştırır, ancak öldürülmelerine engel olur. Bu isyan, IV. Murat’ı derinden etkileyecek; isyanın başlamasına neden olan Topal Recep Paşa’yı boğduracak, annesi Kösem Sultan’ın devlet işlerine karışmasına engel olacak, hatta Bağdat’ın yeniden fethini gerçekleştirecektir. On yedi yıllık hükümdarlığı henüz yirmi sekiz yaşında hastalanarak ölmesiyle son bulacaktır.
IV. Murat, Samsun Devlet Opera ve Balesi, 7 Temmuz 2013, Topkapı Sarayı
Türk bestecilerinden Rahmetli Okan Demiriş’in 1977-1979 yılları arasında bestelediği ve librettosu Turan Oflazoğlu imzalı IV. Murat Operası, ilk olarak 1980 yılında İstanbul Devlet Operası’nda sahnelenmişti. Samsun Operası’nın sahnelediği eser, normalde üç perde ancak bizim izlediğimiz akşam eserin ilk iki perdesi birleştirilerek sahnelendi, dolayısıyla tek ara verildi. Gülçin Çeliktaş rejisini çok beğendiğimi söyleyemeyeceğim, bu kadar önemli bir padişahın hayatını izleyiciye çok etkili geçirebildiğini düşünmüyorum; bazı bölümler çok sıkıcıydı, aksiyonu az buldum. Örneğin, annesi Kösem Sultan’la diyalogları daha renkli verilebilirdi.

Eserin bir Türk bestecisine ait olması, rejiden daha çok ilgimi çektiğinden, ilk etapta çok yadırgadığım Türkçesine odaklanmaya gayret ettim, sonra hızla alıştım. Hele bir de librettosu, Türk tiyatrosunun en büyük oyun yazarlarından Turan Oflazoğlu’na ait olunca daha bir dikkat kesildim. Son izlediğim Türkçe eser Midas'ın Kulakları idi.

Açık havada şeflerin işi ne zor, onu bir kez daha gözlemledim. Şef Tolga Taviş’i bu anlamda başarılı buldum, o kadar uzakta oturmama rağmen suflelerini ben bile anlayabiliyordum. Bu arada sahnede bir ara kara kedi dolaştı, aynı kedi sonra bizim önümüzden geçmek suretiyle opera seyrini tamamladı.

Osmanlı’nın kargaşa düzeninde mücadele veren IV. Murat'la, (halkın arasına karıştığında kullandığı lakabıyla) "Kumkapılı Kelleci Murat" arasında kalan bir hükümdar… Oyunun en beğendiğim, “Kumkapılı Kelleci Murat” sahnesi Devlet Opera ve Balesi internet sitesine koyulmuş, buradan izleyebilirsiniz.

Çoksesli müzik ile demokrasi arasında pozitif korelasyon olduğunu biliyoruz. Umarım sonraki yıllarda bu festival hem izleyicilerden hem sponsorlardan daha fazla destek görür ve dünya opera evlerinin sahneye koyduğu yapımları ülkemizde misafir ederek izleme şansına erişiriz. Devlet Opera ve Balesi Başrejisörü Yekta Kara festival kitabında şöyle demiş: “…Küreselleşme çağında kendimizi tanımak kadar birbirimizi tanımak, bilmek ve daha önemlisi, anlamak için çoksesliliğe, operaya her zamankinden daha çok ihtiyaç duyuluyor. Yanı başımızda duranı ‘ötekileştirme’mek adına mecburuz buna…” Kendisine katılıyor, emeği için teşekkür ediyorum.

* Festivalin bu yılki mottosu. Geçen yıl “7’den 70’e Opera”, önceki yıl “Herkese Opera”, ilk yılında da “Opera Şehre İniyor” sloganları kullanılmıştı.

4 yorum:

Adsız dedi ki...

Zeyneep , niye bizi de organize etmedin ? Bak seneye kesin beraber gidiyoruz . Bu yıl ben de çok istedim gitmeyi ama bir türlü fırsat olmadı . Arzu Karan Ülker

Etkin Fare dedi ki...

Arzucuum, bu sene aslında ben de çok geç kaldım -genelde geç kalıyorum :)- biletler tükenmişti, 'artist' kontenjanından içeri sızdım :) Seneye söz hep birlikte gidiyoruz...

Selmin dedi ki...

Zeynep Ablacim,
Haziran ayinda, Riccardo Muti'nin "Verdi ve Eserleri" soylesisine katilmistim, Teatro dell'Opera'da. Muti, ozellikle Viyana'da sergilenen Verdi operalarinda aryalarin ince ruhtan ve histen yoksunlugunu elestirmisti. Bunu da "La donna é mobile" yi piyonada alisilagelmisin disinda, yumusak notalarla calarak orneklemisti. Belki Turkiye'de sergilenen eserlerde o ince ruhu verebiliyoruzdur, bilemiyorum.
Bu arada Can'in arabasindaki o CD'yi yok etmek icin guclerimizi birlestirelim diyorum :)
Sevgiler,
Selmin

Etkin Fare dedi ki...

Selmincim, ne kadar güzel bir etkinliğe katılmışsın. Muti tabii gerçek bir İtalyan olarak yorumlamış, Viyana'da izlediğim Rigoletto'da hiç böyle bir şey hissetmedim. Viyana, Roma, New York fark etmiyor artık bence zira solistler çoğunlukla farklı ülke vatandaşı ve mobiller :) Ruh yoksa İtalya da kimseyi kurtaramaz gibi geliyor.

Örnekse son Roma'da izlediğim I Due Foscari'nin Lucrezia'sı Tatiana Serjan, Pisana'sı Asude Karayavuz, şefi de Muti idi :) Biri Rus biri Türk diğeri İtalyan... ve çok başarılı bir prodüksiyondu.

Sevgilerimle,