29 Eylül 2011 Perşembe

Aranıyor: Samimiyet

Samimiyeti nerede aramam gerekiyor acaba? Hayatın içinde tüy gibi bir şey. Tutamıyorum bir türlü. İki insan arasındaki zihin zinciri için ilk şart(ım). Son zamanlarda insanlara olan güvenimi yitiriyorum. Ben mi fazla içten değilim? Aslında evet ‘içtenlik’ daha iyi ifade ediyor sanırım. Yani önce kendi içine bak, diye mi düşünmem gerekiyor?

Bilemiyorum ve mutabık değilim ama son zamanda dinlediğim en samimi müzik Wynton Marsalis - Eric Clapton buluşmasından çıktı. Çıkacağı da belliydi zaten.

Geçtiğimiz Nisan ayında üç gün üst üste Lincoln Center’da verdikleri konserlerin kaydı daha yeni, 13 Eylül’de hem cd hem de dvd formatında satışa çıktı: Wynton Marsalis & Eric Clapton Play The Blues Live From Jazz At Lincoln Center.

Marsalis’in esas eğitiminin klasik müzik -tabii maaile cazcı oldukları için aynı zamanda doğuştan caz müzisyeni-, Clapton’ın ise rockçı olduğunu düşünürsek, bu ikilinin ortak alanının blues olmasına biraz şaşabiliriz. Ama Clapton’ın özel blues ilgisini, bir İngiliz olarak blues öğrenmek için çok emek verdiğini ve de tüm kariyerinde bu müziğin etkilerini düşününce buna izin verebilirim. Rica ederim, ne demek!

Albüm, Armstrong’un Ice Cream’i ile başlıyor, toplam 10 parça içeriyor ve tümüyle New Orleans Blues = gitar+trompet+jazzy tonlar. Albümün Ice Cream’le başlaması benim için ayrıca özel: I scream! Albümde Layla, Corrine, Corrina filan da var. Layla’yı da epey ilginç şekilde çalmışlar, çok beğendim. Konserden bir kesit buldum, muhteşemden daha öte… Umarım bu ikili bir gün buralara da uğrar.


Bir de Wynton (sürekli niye aklıma wonton çorbası geliyorsa), tabii senin de ama esas abin Branford’ın büyük hayranıyım, nasıl yapsak?

Bir de Wynton, samimi söylüyorum, Eric’le senin albüm efsane olacak, olmuş hatta...

6 yorum:

Gökbörü Öztürk dedi ki...

Ben gene yazının küçük bir bölümüne takılıp ana konuya pek girmeyeceğim. Sanırım artık alışmışsındır;

Kişiler neden içten değiller? Çünkü öyle bir düzen(!) ki bu düzen yalan söylemek, en kutsal şeyleri bile kullanmak ya da en beter şeyleri bile yapmak... Bunları yapanlar çıkar sağlıyor. Küçük kafalar günlük, küçük çıkarların peşine düşerek yalan söylüyor; daha büyük kafalar daha büyük yalanlarla dünyayı yönetiyorlar. Oysa hiçbiri gerçek anlamda uslu kimseler değil. Onlar kurnaz. Sonuçta da hiçbiri Dünyanın Çatısı'nda yarı aç yarı tok yaşayan bir bilge olamıyorlar. Ha 50 lira için arkadaşını kandıran, ha 1000 lira için sevmediği bir işte patrona yalakalanan işçi, ha seçim kazanmak için olmadık pislikleri yapan bir parti başkanı...

Konu daha fazla dağılmasın; biri gözlerinin içine bakıp en kötü özelliklerini bile söylüyorsa o içtendir. Bunu yapamayanlarsa çıkarcıdır. İşte bu yüzden hayvanlar insanlardan değerlidir, benim gözümde. Onların tek istedikleri biraz sevgidir. Ve eğer yapabiliyorsan biraz su ve biraz yemektir vermendir. Elinden gelmiyor diye hiçbir hayvan sana küsmez. Ama onlara dün Bolluca'da, bugün Yokluca'da, yarın Bokluca'da (özürlerimle) kitlesel kıyıma uğrarlar. İnsanlar mı? Onlar her şeyi yapabilirler. Bu konulara girdikçe hep The Matrix geliyor aklıma. Ne diyordu Agent Smith: Sizler bu dünyanın virüsüsünüz. Kanserin bedene yaptığını dünyaya yapıyorsunuz.

Neyse, kafam çok dağınık. Tümceler bir türlü toplanmıyor. Anlatım hep eksik ve kesik kesik kalıyor. O yüzden burada keseyim de daha fazla yinelemeyeyim aynı şeyleri.

Haaa, bir de eklemeden geçmeyeyim: Eric Clapton rock yapmaz. O başka bir şeydir. Biraz caz, biraz groove, biraz rock. Ama yalnızca rock demek O'na da rock'a da haksızlıktır.

Sayende güzel bir eser dinlemiş oldum. Sağol.

Özgür Demren dedi ki...

'İçtenlik' ... Yaşamım boyunca çölde su bulmak kadar zor olduğunu düşündüğüm şey. Çok az karşılaşıyorum. Ben ne kadar içtenim? Maskelerini takan yüzlerce insanın arasında ne kadar olabiliyorsam? Galiba bu bir kısır döngü aynı zamanda.
Eric Clapton , yaşlandıkça tüm birikimini doyum olmaz tatlara dönüştürmeyi başaran müthiş müzisyen. Çok beğendim paylaştığın parçasını.
Teşekkürler...

Etkin Fare dedi ki...

Hislerime tercüman olmuşsunuz arkadaşlar. Sizlerin de değindiği gibi gerçekten çağın sorunsalı…

Gökbörü bu arada Eric’i harcama demişsin :) ama ben önce onun öğrencisiyim zaten. O olmasa caz, blues dinleyicisi olamazdım diye düşünüyorum.

Gökbörü Öztürk dedi ki...

Eric'i rock müzikle anma dedim yalnızca. Harcamak başka şey. Rock deyince benim kafamda birkaç kişi vardır: Bob Dylan, Bruce Springsteen, Erkin Koray, Cem Karaca. Eric Clapton büyük sanatçı, usta ama rock... ı-ıh.

Yurtta Erkin, cihanda Dylan!

Funda dedi ki...

Zeynepcim Akbank Istanbul Jazz Festivali'nde kacirilmamasi gereken performanslar konulu yazini heyecanla bekliyorum zira tam Turkiye ziyaretime denk geliyor festival, birkac konsere denk getirip (hatta berabercene) gitmeyi cok isterim.

Bu arada samimi muzik anlaminda en son su grubu dinledim burada canli olarak ve kendimden gectim tavsiye ederim siddetle:

http://www.valdeschucho.com/

Funda

Etkin Fare dedi ki...

Funda’cım,
Akbank Oda Orkestrası’nın bu sene Haziran ayında hiçbir açıklama yapılmadan kapatılmasından sonra bu gruba karşı hislerim maalesef müspet yönde değil artık. Özellikle tematik konserlerinin hatırı sayılır sayıda takipçisi vardı. Ama Caz Festivaline de bir halel gelmesin diye düşünelim dersek, Tunçboyacıyan’ın içinde olduğu birkaç konser var, bir de tabii Charles Llyod konseri kaçmaz diyorum.

Bu arada gönderdiğin linke baktım, Valdes’in yeni albümündeki afro-cuban havaya kapıldım direkt :) afro-cuban her şeyle fazlasıyla barışığım zaten, o yüzden çok iyi geldi, teşekkürler.

Dublin’e çok selam ve sevgiler