18 Mart 2014 Salı

Iska

Iska, Krek Tiyatrosu, 6 Mart 2014, İstanbul


Türk, kendisine 'askerlik' denince, en az 'bir' şey hisseder. Kendine ait hikayesi yoksa da bir akrabasının, komşusunun ya da iş arkadaşının acı tatlı en az bir anısını dinlemiştir. Kafasında askerlikle ilgili mutlaka bir şekil vardır. Tabii benim de öyle. Çok şeyin anahtarı olan disiplini çok severim, askerliği de severim, şükür ki yakın çevremden acı bir anı da dinlemedim.

Çok uzun süredir bir Krek Tiyatrosu oyunu izlemek istiyordum. Düşünüyorum da en son izlediğim Berkun Oya prodüksiyonu "Yangın Duası" idi. Of kaç sene öncesi… Devlet Tiyatrolarından sonraki süreçte Bilgi’nin Santral Kampüsünde Krek kendine bir yer yaptı ve oyunları orada oynanmaya başladı. Tabii tüm oyunları kapalı gişe oynuyor. E sahnesi de mini mini pöti pöti olunca Biletix'te bir oyun satışa açıldığı saniyede 'yer yok' görünmesini anlayabiliyorum. Ancak sonunda Özlem çareyi buldu ve direkt gişeden rezervasyonumuzu yaptırdı Iska adlı oyuna. 6 Mart Perşembe günü erkenden okulda buluşup yemeğimizi yedik, güzel sohbetimizi ettik, ardından Krek'e geçtik.
Berkun Oya

Iska’nın Krek için bir özelliği var, zira Krek'te sahnelenen Berkun Oya'nın yazmadığı ilk oyun. Yönetmenliğini Berkun Oya yapmış, eli değmiş yani. Oyunun yazarı Fuat Mete, bu metni bitirme projesi olarak yazmış, Berkun Oya da beğenmiş, 'hadi gel sahneye koyalım' demiş.

Oyun, yakınları askerlik yapan altı kişinin monologları şeklinde kurgulanmış. Kimisi kardeşini kimisi arkadaşını kimisi sevgilisini kimisi kocasını kimisi de oğlunu askere göndermiş. Tema askerlik olsa da bu kişilerin sadece "gidişi aynı" olan askerlik karşısındaki farklı düşüncelerini, acılarını, hezeyanlarını ve heyecanlarını izleyebiliyoruz. Oyun Arapça dua eden bir kadın ile açılıyor ve yine aynı kadın ile bitiyor. Sonradan, ağlayan bu kadının kocasını askere gönderen karakter olduğunu anlıyoruz. Buradaki yakarışın Türkçe olmasını tercih ederdim, öylesi daha gerçekçi olurdu; çünkü kocasını askere göndermiş bir kadının, bunu günlük hayatında Türkçe yaptığını biliyoruz. Örnek: "Allahım sen onu koru."

Iska, oyun afişi
En çok malulen emekli memur Metin Coşkun'un oğlunu askere gönderme hikayesinden etkilendim, burada birkaç damla yaş bacaklarıma pıt pıt döküldü. Bir de sağ olsun gözümün içine baka baka oynadı Metin Coşkun, tam onun bakma yönüne mi oturmuşum, ne? Gerçekten çok beğendim oyunculuğunu ve ses tonunu. Bir de sevgilisini askere gönderen Gülce Oral’ın anlatımı gerçekçi geldi. Metin Coşkun, oyunun cast’ına Nazan Kesal sayesinde katılmış. Nazan Kesal, baba rolü için Berkun Oya’ya onu tavsiye etmiş, iyi ki de etmiş.

Bu arada oyun hücrevari şekilde konumlandırılmış, her birinin içine yalnızca bir iskemle sığabilen, 6 bölmeye ayrılmış ışıklı cam bir kutudan sahneleniyor ve oyuncular mikrofonla oynuyorlar. Böylece bir oyuncunun burnunu silişinden, nefesinin hırıltısına kadar her ayrıntıyı çok net duyabiliyoruz, zira oyunu kulaklıkla izliyoruz. Cam perde, içeriği bana göre travmatik olan oyunun seyirciye daha etkili şekilde ulaşmasını sağlamış, gerçekten oyunla örtüşmüş.

Oyunun adı "Iska" da epey anlamlı geldi bana. Şöyle düşündüm: Askere gidenler değil de yakınları askere giden kişiler aslında onlar yokken onlarla olan hayatı ıskalıyor.

Bir anekdot: Bizim izlediğimiz gün, oyunun sonunda seyirci alkışlamadı. Garipsedim bu durumu. İnsanlar oyunun bittiğini mi anlamadı yoksa oyuncu zaten alkış beklemiyor mu-bu ikisinin arasında kaldım. Biz de Özlem'le sürüye uyup alkışlamadık, keşke biz alkışlasaydık Özlem ya... İçimde kaldı, ayıp oldu bence oyunculara ve tüm ekibe.

" 'Aynı şeyleri seven insanlar birbirlerini de severler' demişti bir keresinde... Daha sevgili olmamıştık." sevgilisini askere gönderen karakterin oyundan bir repliği. Oyunun tanıtımlarında da bu replik kullanılmış, benim de hoşuma gitti.

Yazan: Fuat Mete - Yöneten: Berkun Oya
Işık: Cem Yılmazer
Oyuncular: Bige Önal, Gülce Oral, Hakan Yufkacıgil, Hare Sürel, Metin Coşkun, Nazan Kesal, Ushan Çakır
Prömiyer: 28 Mart 2013, Krek Tiyatrosu, İstanbul


Krek Tiyatrosu, Bilgi Üniversitesi Santral Kampüsü, İstanbul

2 Mart 2014 Pazar

Aklın Uykusu

Marc Quinn, Selma Mustajbasic, 2000
Geçen Cumartesi öğlen Melih aradı ne var ne yok, görüşelim babında. "Kuzenimle programım var, yine de bakarız Corc" deyip önce kısa bir işimi halletmek için Taksim'e gittim, sonra da kuzenimle buluşacağımı düşünüyordum ki ekildiğime kanaat getirdiğimde "Yayan Taksim"de bekleşirken buldum kendimi. Hemen Melih’i aradım: "Nerdesin?" – "Mısır Apartımanı" – "10 dakikaya oradayım."

Tünel'e doğru yürümeye başladık, trallala, trallalaa… Sağa bak, sola bak, yürümeye devam… Sonra birden Arter'in içindeki dev bronz deniz kabuğunu gördüm. "Zeynep deniz kabuğu görecek, bir daha bakmayacak!" Kim diyor onu be!? Tabii dürbünü taktım hemen.

Aslında önemli bir sergi ama tanıtımı Anish Kapoor kadar yapılmış değil. Damien Hirst hayranlığımı bilmeyen yok; bu adamın adı da Hirst'ün yanında çok geçiyor, iyi duymuşum; içimden ‘nasılsa daha yeni başlamış, sonra elbet görürüz’ diyerek Melih’e yine de gösterdim: "Bak Marc Quinn gelmiş ama ben ‘Mutfak’ı görmek istiyorum." O ise "Aaa daha bu sabah televizyonda bu adamın belgeselini izledim, olamaz." dedi. Bak sen şu tesadüfe… Ben kaç aydır Apel’deki "Mutfak" sergisine gitmek isterken, Melih kolumdan tutup "Böyle denk geleni de tepmeyeceksin" diyerek içeri ittirdi beni.
Marc Quinn, The Origin of the World -
Cassis Madagascariensis, 2012, Bronz
Peşin peşin belirteyim: Çok beğendim. Modern sanat dünyasında arkadaki mesajı, bir, yutturmaya çalışanlar var, bir de "yutmazsan yutma, mesaj sensin" diyenler var. Bu sergi ikincisine giriyor bana kalırsa.

Marc Quinn 1964 yılında Londra'da doğmuş ve Cambridge Üniversitesi'nde sanat tarihi okumuş. Daha başka detay vermeden eserlerinin bugün MoMA, Tate, The British Museum, Fondazione Prada ve Pinchuk Art Centre gibi çok önemli müze ve özel koleksiyonlarda bulunduğunu söylemek yeterli olur.

Serginin adı "Aklın Uykusu", ama bence "Hayat" ya da "Kimlik" de olabilirmiş. Aklın Uykusu, Quinn'in Türkiye'deki ilk kişisel sergisi. Sergi, Goya'nın "Aklın Uykusu Canavarlar Üretir" gravüründen ilham almış. Bu yönüyle de ilgimi çekiyor, zira Goya’nın gravüründe, uykuda olan ressamın bilinçaltı sahneleri yer alıyor, yani sergi uyku ile uyanış arasında aslında. Ben de hiç rüya görmediğimden, uyku ile uyanış arasındaki durumlarla çok ilgiliyim, arası bende bulunmadığı için (rüya).*

Sergide Quinn'in 2000 yılından beri ürettiği 30'dan fazla eseri Arter'in tüm katlarına yerleştirilmiş şekilde izleyebiliyorsunuz. Çok sayıda teknik ve malzemenin kullanıldığı eserler arasında ilk kez Arter'de gösterilen çalışmalar da var.
Marc Quinn, The Origin of the World - Cassis Madagascariensis,
2012, Bronz
Üç boyutlu tarama teknolojisi ile küçük bir deniz kabuğu büyütülerek yapılmış "Dünyanın Kökeni" binanın İstiklal girişinde sizi karşılıyor. Bu çalışma, her gittiği yerden deniz kabuğu (her bir kabuk benim için ayrı keşif, minnoş olanlar bilhassa) toplayan beni benden aldı, aslında içine girmek istedim ama görevlinin sivri bakışları söz konusuydu. Neyse geçici bir formül bulduk. Quinn girebiliyor, başkaları girebiliyor ben niye giremiyorum ya, bunun gibi zarar verilmesi mümkün olmayan çalışmalarla izleyicinin bütünleşmesine izin verilmeli!
Marc Quinn, Et resmi (Homeopatik Beslenme), 2013
Tuval üzerine yağlıboya
Melih, bu yağlıboya et resimlerini uzun süre fotograftan baskı sandı, bir türlü ikna edemedim. En son "Gel yakından bak" dediğimde bile "Tuvale baskıda da görüntü bunun gibi oluyor." diyordu. Baskı değil işte, yağlı boya… Bak bak doyamadık detayın inceliğine.
Marc Quinn, Buck&Allanah, 2009, dairesel kumlanmış
ve taş motorunda silme zımparalanmış vernikli bronz
Quinn insan bedeni ile "normal" kavramına kuşkuyla yaklaşma konularına çok ilgi duyuyor. Buck Angel'i internetten buluyor ve ona gerçek boyutlu heykelini yapma teklifini götürüyor. Quinn'in işlerini zaten bilen Buck çok sevinerek kabul ediyor ve Quinn'e arkadaşı Allanah'dan bahsediyor ve 2009 yılında bu heykeller hayata geçiyor.
Orijinal Allanah, Bronz Allanah'la, bir de aradan ben baktım, hay Allah!
Buck ve Allanah cinsiyet değişim ameliyatı geçirmeyi tercih etmemiş translar. Normal nedir? Bana göre bu insanlar kendi normallerini yaşıyorlar. Buck'ın genleri 'sen kızsın' demiş ama kendisi bunu istemediğine karar vermiş. Buna kültürün biyolojiyi yenmesi durumu diyor Quinn. Burada güzel bir röportajı var ilgilisine.

Babası bir bilim adamı olan Quinn, "Transeksüeller çok temel biyolojik sorular soruyor. Her şeyden önce her embriyo hayatına dişi olarak başlar. Klitorisi penise dönüştüren şey testosterondur. Yani garip olan bu. 'Ne kadar garip' diyoruz ama her erkek bunu başarmış sonuçta!" diyor.
Marc Quinn, Zombie Boy (Rick) Cu Pb Mn Fe Mg Si, 2011, Melih gelir ve Rick'e paltosunu takdim eder.

Yine gerçek boyutlu bronz Zombie Boy (Rick) heykeli çok hoştu. Vücudu insan iskeleti formunda dövmelerle kaplı olan ve Lady Gaga'nın klibinde de oynamış model Rick Genest’in heykeli, vücudunun güncel tüm detaylarını içeriyordu. 
Ne haber Rick? Sigara içmesen daha iyi olurdu.
Adamın bu noktaya geliş hikâyesi de enteresan. Bu çalışmada epey bir oyalandık, parmaklarında ne yazıyor diye okumaya çalıştım. Bir elinin parmaklarında "Evil" diğerinde "Devil" yazıyor.