15 Aralık 2013 Pazar

André Rieu

André Rieu ve Johann Strauss Orkestrası, 29 Kasım 2013, Sinan Erdem Olimpik Spor Salonu, İstanbul
Yıllardır ZDF, RTL, BBC, Mezzo gibi kanallarda izleyip eğlendiğimiz André Rieu ilk kez İstanbul’daydı. Klasik müziği kitlelere sevdiren, bir eğlence aracı hale getiren ve benim aynı zamanda öğretici de bulduğum Hollandalı müzisyen.

Gidişimiz tam bir mizah örneğiydi. Organizatörler bu tarz büyük etkinlikleri niye hep özel olarak yoğun gün ve saatlere ayarlarlar, anlamıyorum. Daha çok heyecan, adrenalin oluşsun diye mi? WTA yarıfinalleri de 29 Ekim provaları nedeniyle bir kısım yolların kapalı olduğu güne denk getirilmişti. Bu da 29 Kasım Cuma gecesi saat 21:00’da. Hayran kaldım doğrusu. Bir de Biletix mesaj atıyor “Geç kalmayın, 21:00’dan sonra gelenler alınmayacaktır”. E bir sürü kişiyi yarım saat sonra bile aldınız, o nasıl oluyor civanım?

Ekibimiz, ben tek göz
“Kesin geç kaldık.” , “Yok ya yetişiriz” , “Bu nasıl bir trafik ya” , “Daha erken çıksaydık keşke” , “Zeynep’e kalsa daha da geç çıkacaktık” diye söylenmiş olsalar da, WTA nedeniyle Sinan Erdem tecrübem olduğu için ekibimizi doğru tekniklerle olaya yetiştirdim. Hatta o kalabalıkta içeri girdik, yerimizi bulduk; birileri yanlışlıkla yerimize oturmuş, onlara “Kalkın gidin” dedik, oturduk, etrafa baktık, sonra on dakika daha geçti öyle başladı.

10bine yakın kişinin katıldığı konser, Rieu’nün 45 kişilik Johann Strauss Orkestrası ile tam bir karnaval havasında geçti. Rieu’nün kurduğu Orkestra bu yıl 25. yılını kutluyormuş. Başlangıçta Hıncal Uluç da dâhil geç kalanlara Rieu “Biz Hollanda’dan gecikmeden gelebildik, siz geç kalıyorsunuz.” dedi. “Ah André, bir bilsen biz neler çekiyoruz, o senin Hollanda’nın bisiklet yollarına benzemiyor bizim yollar” dediler herhalde içlerinden. Ayrıca ülkemizin mevcut konjonktürüne ilgisi beni şaşırttı. Bir ara “Türklerin neşelenmeye ihtiyacı var, yüzlere bakıyorum da herkes üzgün, mutsuz.” diyerek neşeli bir şarkı çaldılar.

Rieu’nün her şarkının hikâyesini ve varsa solistlerin geçmişini bir bir detaylarıyla sunuşu, aralara kattığı komik hikâyeler, şarkının dönem ve anlamına göre arkada beliren sinevizyon, Orkestra üyelerinin kostümleri, tüm konserlere taşıdıkları sahnenin tasarımı, izleyicilerin üzerine düşen karlar, balonlar hepsi bir bütün halinde çok güzel organize edilmişti. Viyana Ormanları, Nessun Dorma, Amigos Para Siempre, La Traviata, Polyushka Polie, Bolero, Mavi Tuna gibi en sevilen eserleri müthiş bir ambiyansta dinledik ve izledik.


Memleketi Maastricht’ten getirdiği kariyonist favorim oldu, tuşlara tokmak misali vuruşları ile yaptığı müzik harikaydı. Kariyon, kiliselerin çan kulesinde duran ve çanlara hayat veren bir enstrüman. Bir de iki kuşak Orkestra’da çalan baba-oğul Fransız davulcuların Bolero performansı ile Rieu’nün Maastricht’in ana caddesinde bir kış günü tanıştım dediği Rus üçlünün yerel enstrümanları balalayka, akordeon ve dombra ile icra ettiği Polyushka Polie performansını çok beğendim. Alman, Avustralyalı ve Macar üç tenordan oluşan Platin Tenorların Puccini’nin Turandot Operası’ndan Nessun Dorma aryası da mest etti. Direkt bizim konserden olmasa da kariyon ile ksilofonun hız yarışı yaptığı benzeri bir bölümü aşağıda paylaşıyorum.


Finalden önce konserdeki tüm sanatçı ve solistlerin birlikte yaptığı kapanışta, sahnede şampanya patlatıp bir güzel içtiler. Tevekkeli değil, arada Rieu “İstanbul’da bira yok, bulunmuyor.” demişti. Bu yorumu karşısında biraz hayal kırıklığı yaşadım, zira kendini ve misyonunu fazlasıyla kanıtlamış bir sanatçının konserde böyle bir söz söyleyecekse, daha doğru ellerden ve tam bilgi alması iyi olurdu. Direkt “Yok” demek hoş olmadı, kaldığın otelde de mi yoktu André’cim?

Konser yazılarımda sıkça yazıyorum ama cidden her sefer aynı şey oluyor. Söyleyecek söz bulamıyorum. Ya nerede gördünüz siz bissiz konser? Adam “Bitti hadi eyvallah.” dediği anda bir güruh insan çıkmaya başladı. Bir bekleyin selamı, kucaklaması olacak adamın, bu ne saygısızlıktır. Bir de ilk kez Türkiye’ye gelmiş, adam bir yönüyle de para babası, sizi seneye de çekmek için az bekleyin türlü sürprizler yapacak.


İşte bu finalden sonraki gerçek final muhteşemdi, Türkiye’den dört sanatçıyla (kanun, tef, kemençe, ud) en sevilen Türk müziklerinden örnekleri (Katibim, Hatırla Sevgili, Kasap Havası) Orkestra uyarlamasıyla çaldılar, korosu bile söyledi. O kadar güzel uyarlamışlardı ki klasiğe, çok beğendim. Bu bölümü aylarca prova etmişler Hollanda’da. Zaten öyle olduğu da belliydi. Herkes ayakta parçalara eşlik edip dans etti. Millet tam anlamıyla coştu, halay çekti. Hatta Rieu'nün çevirmeni de en son sahneden inerek yakınlarıyla birlikte en önde halay çekti. Rieu, Türk dinleyicisinin gönlünü kesinlikle çaldı. Tabii burada şu da akıllara gelebilir: Klasik müzik konseri mi yoksa çiftetelli mi? İkisi de değil, bu bir gösteri. En sevilen vals ve aryaların sunulduğu bir sahne şovu aslında. O nedenle “Iy bu ne be?” diyenlere yönelik cevap: Evet, bu konser finalde bunları gayet güzel kaldırır. Beğenmeyen Salzburg Müzik Festivali’ne gidebilir. Şurada konserden fena olmayan bir kolaj var: www.youtube.com/watch?v=mot0KoBAbyw 

Bilet fiyatları, iyi yerler için el yakıcı olsa da herkese en az bir kere André Rieu tavsiye ederim. Rieu ve Orkestrası seneye de geliyor. Çoluk çocuk, çikolata, su hep birlikte iyi vakit geçirebilirsiniz.

8 Aralık 2013 Pazar

Yakında birbirimizi yeriz

Kızlı-erkekli, üç çocuklu-çocuksuz, operalı-operasız, tomalı-tomasız, sahneli-sahnesiz, dört artı dört artı dörtlü-dört eksi dört eksi dörtlü, arboretumlu-arboretumsuz, üç köprülü-köprüsüz, dogmalı-irfanlı... Bu sıralamalardan sonra "İlvanlım" adlı parçayı mı söyleyeceğimi sandınız? Bana göre yakında bu fiyaskoların bir önemi kalmayacak, çünkü birbirimizi yemeye başlayacağız.

Bir süredir Think Progress'i izliyorum. Bizim basında bence yeterince yer bulmadı iklim değişikliği konusu. Tüm dünya felaketler yüzyılının kapıda olduğunu konuşurken, biz basiretsiz gündemlerin içinde boğuluyoruz.

Eylül sonu açıklanan Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin son raporuna göre, son 60 yıldaki küresel ısınma, kesin olarak (%95) insan etkilerinden kaynaklandı. Dünya, 1901-2012 döneminde 0,9 derece ısındı ve 21. yüzyılın sonuna kadar ısınma 2 dereceyi bulacak. 1 dereceyle bu hale geldiysek, 2 dereceyle su ve gıda savaşlarına gideceğiz diye düşünüyorum.

Somutlaştırmak istersek, bir örnek şu: Science Dergisinde yayımlanan rapora göre 2000 yılından günümüze dünya, her dakikada 50 futbol sahası büyüklüğünde ormanı kaybediyor. Türkiye’ye dönelim: Aynı araştırmada 2000 yılından beri özellikle İstanbul’da çok büyük oranda orman katliamı olduğu vurgulanıyor. Yenilerde ise hepimizin bildiği gibi Kuzey Ormanları’na baybay!

Hal böyleyken, Türkiye fosil yakıt endüstrisinin tüm isteklerine uygun şekilde davranarak kömürle büyüme stratejisini sürdürüyor ve birkaç yıl içinde 50’den fazla yeni santral kurulacak. Daha yenileri kurulmadan ülkemiz, 2012 yılı kömürlü karbon salımında dünyada 216 ülke içinde 16. sırada. Geçenlerde Çin’de 8 yaşında bir kız çocuğunun akciğer kanserine yakalandığı açıklanmıştı ve sebep olarak hava kirliliği gösterilmişti, o da eşittir: “kömür”.

İşin ironik tarafı doğal afetlerden zarar gören, hatta yok olan ülkeler, sera gazı salımı neredeyse sıfır olan fakir ülkeler… Şimdi Filipinler'i izliyoruz Haiyan/Yolanda tayfunuyla. Bunun tarihin en güçlü tayfunu olduğu söyleniyor (Zaten belirtiler önceden başlamıştı, Ekim ayında da Filipinler 7,2’lik depremle sarsılmıştı.). Sırf bu vakayla iklim değişikliğinden etkilenen insan sayısı 11 milyon, ölü sayısı 5.600, tahliye edilen insan sayısı 3,5 milyon. Bu rakamlar şaka değil. Atmosferin ısınmasıyla 2100’e kadar büyük tayfunların sayısında %11 oranında artış olacakmış.

Tüm suç hırsla büyümede. Ekonomik büyüme artık "hayat"ı desteklemiyor; sadece köstek oluyor ve öldürüyor. Sürdürülebilir büyüme meselesine ise ülkemiz "Geçti Bor’un Pazarı" eşliğinde mi göz atar ya da hiç göz atar mı? Ne diyorum ben ya?

Bir parça ile noktalıyorum sözlerimi: Joni Mitchell’in 1970 yılında yazdığı ve kaydettiği “Big Yellow Taxi”. Esasen Mitchell’in akustik gitarına, söyleme tarzına ve sondaki kahkahasına tav olduğum bu şarkıyı şu günlerde farklı bir bakış açısıyla dinliyorum. Kadın 1970’te "Çevreyi kirletirseniz, gelecekte bedelini ödemek zorunda kalacaksınız." konulu şarkı yazmış.


Bu şarkı tahmin edilebileceği gibi, birçokları tarafından cover’landı. En meşhurlarından biri Counting Crows’unki. Ben beğenmiyorum ama çok beğenen var, yine de paylaşayım. Bu cover’da kapitalizmin, çevreyi değil bir şarkıyı katledişine şahit oluyoruz. Bu versiyondaki tek güzel şey söyleyenin sesi, o kadar.