31 Ekim 2013 Perşembe

Anish Kapoor, am I kaputt?

Anish Kapoor, SSM'deki sergisinde, 2013
Modern sanatla mesafeli ilişkimden daha evvel de bahsetmiştim ama ta içimde hissettiğim bir sergi oldu bu. Sergi demek azımsamak oluyor, o da ayrı bir konu.

Anish Kapoor sergisi için heyecanım aylar evvelinden başlamıştı, o kadar ki modern/klasik/plastik/her türlü sanat uzmanı kankam Melih’le 8 Eylül’de sergiye gitme planı yapmıştık ama o gün geldiğinde, olayın 10 Eylül’de başladığını buluşmamıza 1 saat kala fark ettim. Fark etmeden Müze’ye gitsek “ay n’olur bize ön gösterim yapın” diye yalvarırdık herhalde. Araya bayramda ben bir Fethiye sıkıştırdım. Dolayısıyla Bayram dönüşü 20 Ekim Pazar öğlen Sakıp Sabancı Müzesi’nin önünde buluştuk; ben geliyorum 3-5 kilometreden, o geliyor 30-35 kilometreden ama ben yine geciktim.

Eller, eller
Melih duruma alışık gözlerle bana bakarken hemen biletleri alıp yokuşu tırmanmaya başladık. Kapoor’un ünlü "Gök Ayna" dahil diğer aynaları, Atlı Köşk’ün canım bahçesine ne de güzel yerleştirilmiş. İçbükey aynalar tasarlanışları gereği yeni bir dünya ile karşılaştırıyor sizi ve sakladıkları gizemi siz keşfediyorsunuz aslında. O yüzden de içeri girmeden eğlenmeye başladık. Ben en çok aynalarda ellerimin Emel Sayın’ın elleri gibi gözükmesinden hoşlandım. Diğer deyişle, Emel Sayın’ın kendisi bu aynalara ellerini gösterse, ortaya Tim Burton’sal sahneler çıkardı da diyebilirim.

Aynalar, aynalar
Kapoor aynalarla ilgili şunu diyor: “Ayna iyi işlenmişse ve parlaksa matematiksel ya da felsefi bir objeye dönüşebilir. İşte o zaman bir şeyler yapmaya başlar ve uzam oluşur.” Gerçekten baktığınızda önce rahatsız olabilirsiniz ama sonra aynaların mekanı da içine aldığını görüyorsunuz ve objeye birden uyum sağlıyorsunuz. 

Soldaki oniks 'Sekiz'i çok sevdim.
İçeriye girdiğimizde fuayede gösterilen Kapoor filmini sergi öncesinde mi sonrasında mı seyredeceğimiz konusunu tartışmaya başladık; ben öncesinde, Melih sonrasında dedi. Son tahlilde öncesinde izlemeye karar verdik ve oturduk. Tek film zannederken üst üste çok sayıda film olduğunu gördük; üçüncüden sonra ben sergiye geçmek istedim, bu sefer de Melih istemedi, çok vakur oturmaya devam etti. ‘Hayırlısı olsun’ diyerek izlemeye devam ettik. Filmleri çok beğendim. Bilhassa Fransız yapımı olan belgeseller öğreticiydi.

Annesi Iraklı bir Yahudi, babası da Hindu olan 59 yaşındaki Kapoor, kibbutzda yetişmiş ve 16 yaşında eğitim amacıyla İngiltere’ye gitmiş. Eğitimine önce mühendislikle başlamış, sonra vazgeçip sanat okumuş. Kendisinin “herhangi bir yer”li olarak gösterilmesini istemiyor, zaten böyle zengin bir sanatçının evrensel düşünceye sahip olması şaşılacak şey değil. Benim de Kapoor’a heykeltıraş denmesine itirazım var. Bir o, bir de Serena Williams insan değil, başka gezegenden...

Kapoor'un ülkemizdeki bu ilk kapsamlı sergisi, sanatçının mermer, kaymaktaşı gibi malzemelerle oluşturulan, çoğu daha önce sergilenmemiş taş eserlerine odaklanan ilk sergi olma özelliğini de taşıyor.
Kapoor taytımın dokusunu görse, ilgilenir, üretirdi diye de düşünmedim değil.
Sergide ellemek yasak diyorlar, eserlerin belirli bir santiminden öteye siyah çizgiler çekilmiş ama ben tabii yaklaşmadan/ellemeden duramıyorum. O nedenle, çizgiyi aşmadan yandan manipülasyona çalıştım. Bir ekol Kapoor’a “Obje ve dokularla bozmuş kafayı” diyebilir. Ben de bir doku manyağıyım, bu eserin yanında da Kapoor'la uyumumuzu delirerek fark ettiğimde, Melih tabii ki anı kaçırmadı.

'Fil' duvarın içinde. 'Fil' nereye?
"Fil" adlı çalışmasına birkaç defa döne döne baktım. Kapoor, bence bunda zamanı hedeflemiş. Zamanın uzadığı ya da gerçekten durduğu hissine kapılıyor, bir yandan da baktıkça huzursuz oluyorsunuz. Kapoor da “Ne objeler ne de ona bakanlar masum.” diyor, ne kadar doğru.

İnsanlar buna 'bean' diyor.
Aynı durum Chicago’daki “Cloud Gate”de de var. Yakından görmediysem de belgeselini izlerken bu hisse kapıldım. Her gün yüzlerce insan bu çalışmaya dokunuyor ve bu istenen bir şey. Chicago Belediyesi’nin bu eserin her gün temizlenmesi için ayırdığı özel bir bütçe varmış, takdire şayan belediyecilik anlayışı.

Kapoor'un ikonik eserlerinden "Sarı" da var sergide. Sarı, monokromun mükemmel bir örneği. Monokrom her daim derinliğe sürükler. Bu boyutlardaki hali ise insan gözüyle kontrol edilemiyor, sürüklenip gidiyorsunuz. Ayrıca bu renk ve tonları çok tatlı. Önüne geçip bin türlü şekle giriyoruz.

Şu arkadaki kız çocuğu ne şirin.

29 Ekim 2013 Salı

Masalın gerçeği


Sanat, protest. Bunu hakkıyla ortaya koyabilenlerin başını çeken ise Ferhan Şensoy. Yine korkusuz ve lafını esirgemeyen bir oyun: Masal Müfettişi. Masallarınız da artık denetlenecek. Hazır mısınız?

Şubat ayından beri sahnede olan Masal Müfettişi için 19 Ekim akşamı Ses Tiyatrosu’ndaydık kardeşimle. Biletlerimizi aynı sabah Ortaoyuncular gişesini arayarak aldık. Akşam olduğunda, Can’ın ‘geç kalıyoruz’ çığlıkları ve benim sakinliğime sinir oluşu nedeniyle yaptığı eşsiz yorumlar eşliğinde metroya bindik, forum metroda da devam etti. Yayan Taksim'e çıktığımızda, tempolu bir yürüyüşle Ses Tiyatrosu’na vardık. Heyecanla yerimize oturduk.

Ses Tiyatrosu, 19 Ekim 2013
Ses Tiyatrosu’nun atmosferine bayılıyorum. Girer girmez içine alıyor sizi ve kendisini anlatmaya başlıyor. Sanırım bayram dönüşü olmasının da etkisi vardı ama tiyatro çok boştu. Böyle toplulukları desteklememiz, hatta oyunlarına birden fazla kere gitmemiz gerekir şayet böyle cesur sanatçıları ve oyunlarını izlemeyi sürdürmek istiyorsak. Gerçek bir sanatçının, ülkesinin sosyal ve politik konularını değerlendirişini ve bunu nasıl ustaca, nasıl evrensel bir şekilde ortaya koyduğunu herkesin görmesini istiyorum.

Ferhan Şensoy, yazdığı 52. tiyatro oyunu Masal Müfettişi’ni “Artık masalların da teftiş edilme, denetlenme zamanı geldi.” diyerek özetliyor. Oyun, bir masal dünyasında geçiyor ve değişik masal karakterlerini izliyoruz. La Fontaine ise anlatıcı rolünde. Oyunda sayısız kez "Laf ölür La Fontaine ölmez." repliğini duyuyoruz. Bu da Ferhan Şensoy'un bu masal ustasına ne kadar değer verdiğinin kanıtı. Keloğlan’ı da görüyoruz, Hansel ile Gretel’i de. Tabii adı üzerinde Masal’ın müfettişi de var. Durup durup sahneye girerek denetim yapıyor. Bu masalların arasına günümüz Türkiye’si de yerleştirilince, alın size bir Ferhan Şensoy kara mizahı…

Masal Müfettişi, Ferhan Şensoy, 2013
Tüm oyuncular hakkını vermişti. Keloğlan rolündeki Orkun Akyıldız ile Soytarı ve Masalcı Dayı rollerindeki Ali Çatalbaş en başarılı bulduklarımdı. Ferhan Şensoy’un küçük kızı Neriman Derya Şensoy’un hazırladığı dekor ve kostümleri ise hepsinden çok tuttum. Tam bana hitabeden türdendi. Sahnenin iki yanına yerleştirilmiş ve oyuna ışık yakıp söndürerek katkıda bulunan Kaptan mankeni ile Baba’nın (Ferhan Şensoy) adını bir türlü hatırlayamadığı rahmetli eşi Şaziment mankenine bayıldım. Bir de Kralın tacı olarak kullanılan altın lazımlık ve taht olarak kullanılan altın bide fikirlerini çok yaratıcı buldum.

Masal Müfettişi’nde Ferhan Şensoy’un büyük kızı Müjgan Ferhan Şensoy da oynuyor. İlk tiyatro deneyimini babasının oyununda, babasıyla aynı sahnede yaşaması çok hoş.

Ses Tiyatrosu, 19 Ekim 2013
Antraktta oyun afişlerine baktık biraz. En son izlediğim Ferhan Şensoy oyununun “Aşkımızın Son Durağı”, ondan önce izlediğimin ise “Kiralık Oyun” olduğunu hatırladım. İlginçtir, Özgü Namal ismini bana ilk tanıtan Kiralık Oyun’dur. Zannederim Okan Bayülgen’in de oynadığı son tiyatro oyunu idi. Okan, oyunun afişinde göbeğine imza atmayı tercih etmiş. Bu durum gözden kaçmamış olsa gerek, hemen alta şu not eklenmiş: “Okan’ın göbeğini kapatmak için attığı imza…” Çok güldüm buna.

Masal Müfettişi’ne gitmek isteyenlere spoiler olmasın ama oyundan bir iki repliğe yer vermeden geçemeyeceğim.

Kralın cep telefonu melodisi: “Ya ya ya şa şa şa kralımız çok yaşa.”

Masalcı Dayı: “Allah’ın emri, Obama’nın izniyle oğlunuz Keloğlan’ı…”
Kelana: “Obama kim?”
Dayılanan Kız: “İsteyince vermeyen.”

La Fontaine: "Madam olamayan Matmazel Müfettiş, düşünceleri denetleyemezsiniz!"

29 Ekim Cumhuriyet Bayramınız kutlu olsun. Bu oyuna gidin, afra tafra yapmayın, lütfen gidin, gidin, gidin. Masal mı gerçek mi siz karar verin…

Yazan ve Yöneten: Ferhan Şensoy
Oyuncular: Ferhan Şensoy, Serap Günaydın, Ali Çatalbaş, Pınar Alsan, Elif Durdu, M. Ferhan Şensoy, Orkun Akyıldız

Prömiyer: 22 Şubat 2013, Ses Tiyatrosu, İstanbul