30 Mart 2013 Cumartesi

Roma Tatili, benim

Papa'nın seçilmesinden bir gün önceydi. Roma Tatilimin gerçek olması için Piazza Bologna'dan bindiğim 310 numaralı otobüsle Piazza San Pietro'ya (San Pietro Meydanı) vardım. Bir insan seli, daha hoşu müthiş bir defile beni karşıladı. Bu rahip, rahibe dostlarımızın ne kadar da çok çeşit ve renkte kostümleri varmış, bazılarını çok beğendim. Tüm dünya televizyon ve radyoları meydanda, elini kaldırsan kameraya ya da mikrofona çarpıyorsun. Her yerde polis, zabıta. Herkes bazilikaya doğru yürüyor. Bir yandan "Vatikan'a sıra beklemeden girmek ister misiniz?" diye üstüne üstüne gelen turizm şirketi elemanları. Tüm bu kalabalıkta ne bir arbede ne de bir taşkınlık fark ettim. Bernini, 11 yılda tamamladığı meydanında toplanmış bu ruhani kalabalığı görseydi çok sevinirdi herhalde.

Piazza San Pietro, 12 Mart 2013
Roma Tatilimin gerçek olması demiştim, tabii ki nedeni Roma Tatili filmi. Güne buradan başlamamın nedeni, Roma Tatili filminin teknede dans sahnesinin bazilika yakınındaki Ponte Sant’Angelo'nun (Melekler Köprüsü) altında geçmesiydi. Bu sahne filmdeki en eğlenceli anlardan birisi. Prenses Ann (Audrey Hepburn), saçını kesen berberi tarafından bu geceye davet edilir. Tabii gizli ajanlar Prensesin peşindedir, gelirler ve tekne birbirine girer, bu arada Ann gitarı ajanların kafasına kafasına indirir, sahnenin sonu Tiber nehri sularıdır.

Melekler Kalesi ve Köprüsü
Papasal ortamın kalabalığında daha fazla bekleme yapmadan Bernini’nin 1667 – 1671 yılları arasında öğrencilerinin yardımıyla tamamladığı on melek heykelinin süslediği Ponte Sant’Angelo'dan tekrar karşıya geçip Tiber kenarından Trastevere bölgesine yürüdüm. Köprü üzerindeki dev heykeller, İsa’nın Tutkusu’ndaki her biri farklı bir enstrümanı tutan melekleri temsil ediyor. Bunlardan sadece ikisi bizzat Bernini tarafından yapılmış ama dönemin Papa’sı bunları açıkhavada sergilenemeyecek kadar güzel bulup bir kiliseye göndermiş. Sonrasında diğer heykellerle birlikte köprüye yerleştirilmek üzere bu iki heykelin replikası yaptırılmış. Bu arada yol üzerinde denk geldiğim şu bislere bir bakın, olmaz böyle şirinlik.


İspanyol Merdivenleri ve Via Margutta 51
Trastevere’de biraz gezindikten sonra esas hedefi unutmadan Via Condotti üzerinden İspanyol Merdivenlerinin oraya vardım ve filmde Gregory Peck’in evinin bulunduğu dar sokağa giriş yaptım: Voila Via Margutta! Sokak şu an bir sanat galerisi ve zanaatçiler sokağı olmuş. O arada birden yağmur indirdi. Biraz ilerledikten sonra 51 numaraya vardım. Vardım varmasına ama kapı duvar. Kapının önünde beklemeye başladım ki içerden bir kadın ve bir köpek çıktı. Hemen kadına yönelerek derdimi anlatmaya çalıştım ama anladığını anladığım halde ısrarla “Anlamıyorum İtalyanca’dan başka dil.” dedi. Üstüne “Yasak” dedi, eminim anlamamışsındır canım. Bir yandan köpeği sağ bacağımı bayağı bir yaladı, köpek resmen kot sever çıktı. Kadını epey bir oyaladım, “2 dakika bakıp çıkacağım, avluya bakayım sadece.” filan dediysem de olmadı. Birkaç arkadaşım “Bir şey olursa Fransızca’ya dön, çekinirler Fransızlardan.” demişti. Birden o aklıma geldi, switch on-off derhal Fransızca baskı yapmaya koyuldum, kadın biraz yumuşadıysa da döndü arkasını ve köpekle birlikte uzaklaştı.

Via Margutta 51, avlu ve merdivenler
Kaderime razı olmaya hazır değildim, biraz daha beklemeye karar verdim, hem kapı önünde yağmurdan da korunuyordum. Çantamdan elmamı çıkardım ve gelen geçenlerden hangisi bu kapıdan girecek diye kendi içimde bir yarışma açtım ki beşinci kişi elinde anahtar devasa kapıya yöneldi. “Allah mı gönderdi seni?” naralarıyla (içimden) adama yaklaştım. Çok mülayim bir insana benziyordu elinde alışveriş torbasıyla. Filmin ismini bilhassa İtalyanca söyleyerek Gregory Peck’in evine bakmaya geldiğimi, çok kısa kalacağımı söyledim. Kısa bir an düşündü ve “Gel benimle.” dedi. Adamın ‘gel benimle’si çok etkileyiciydi, kendimi filmde hissettim. Sonra kapıyı açtı, içeri girdik, yağmur tüm hızıyla sürüyordu. Avluyu geçtik ve filmde Hepburn’le Peck’in birlikte çıktıkları taştan dar koridordan eliyle yukarıyı işaret ederek Peck’in evini gösterdi ve sessiz olmamı rica ederek kendi evine doğru yöneldi. Çantamı ve şemsiyemi hemen yere atarak keşfe başladım. Burası bir avlunun etrafına inşa edilmiş konutlardan oluşuyor, Roma için oldukça yeşillikli bir yer.
Prenses Ann, Joe'dan ödünç para isterken... (1953, 2013)
Merdivenlerden yukarı çıktım, arkama döndüm ve gördüğüm karşısında sadece “Koşarak mı kaçsam yoksa uçarak mı?” diyebildim. Çünkü kapıda karşılaştığım köpekli kadın dönmüş ve gayet kızgın şekilde merdivenlerden bana doğru çıkıyordu. Burnundan soluyarak yanıma geldi, birbirimize baktık, ben gülmeye başladım, kadın daha da sinirlendi ama hiçbir şey söylemeden “Görürsün sen şimdi!” der gibi baktı ve evine gitti. Dolaşmaya devam ediyordum ki birden bir gürültü koptu. Biri öyle bir bağırıyordu ki, girdiğim koridordan geri dönüp bakmak durumunda kaldım. Sanırım 100 yaşındaki bir adam pencereye çıkmış “Git buradan, git buradan, haydi, hemen!” diye çığırıyor. 51 numarada İtalyancam gelişti resmen.

Adamı şöyle tasvir edeyim: üzerinde pijama ama aynı Peck’in filmdeki pijamasından -burada oturanlar film hala devam ediyor sanıyor olabilirler- hiç dişi yok, saçları, burnu Gargamel’e benziyor, hiç nefes almadan bağırabiliyor ve ellerini havaya kaldırmış bir o yana bir bu yana oynatıyor, o açıdan dinamik bir insan da diyebiliriz. Adama İngilizce başladım niye geldiğimi ve bir dakika içinde çıkacak olduğumu anlatmaya ama yok susmuyor. O anda anladım az evvelki köpekli kadın bu adamın bakıcısı ve içeri girdiği gibi adamı yatağından kaldırıp beni ispiyonlamış. Kendisi de muhtemelen İtalyan değil ama kraldan çok kralcı. Artık sinirlenmeye başlamıştım ki ampul yandı bende ve adama Fransızca söylenmeye başladım: “Komşunuz beni içeri aldı, kendisi izin verdi, gidin sorun, Roma Tatili filmi burada çekilmişti, bakıp çıkacağım, ne bağırıp duruyorsunuz, çıkacağım dedim ya!” Adam birden sustu, havaya kaldırdığı ellerini yere indirip “Tamam şimdi anladım, gezebilirsiniz.” dedi ve penceresini kapatıp içeri girdi. Demem o ki, Via Margutta 51’de ben de kısa film çektim ama kesinlikle değdi.

Prenses Ann: "Böyle bir yerde oturmak çok eğlenceli olmalı." (1953, 2013)
Ayrılırken yağmur diniyor gibiydi, Via Margutta'dan çıkıp Flaminio’dan otobüse binerek akşamki operaya hazırlanmak üzere evin yolunu tuttum. Otobüse ilk kez biletsiz bindim, bu yağmurda beni kontrol edecek İtalyan kontrolörün vereceği tüm cezalar İtalyana helal olsun. Tahmin ettiğim gibi kontrol eden olmadı ama her durakta adrenalin yükselmesi yaşamadım değil.*

* Bizi niye böyle yetiştirdiniz Anne, Baba, az gamsız olsaydık iyiydi ya…

19 Mart 2013 Salı

Tiziano


Roma Tatilimin ikinci gününde Selmin’le birlikte İtalya Cumhurbaşkanının resmi konutu olan Palazzo del Quirinale’nin (Quirinale Sarayı) bir parçası ve bir zamanlar Papalığın at ve at arabası garajı olan Scuderie del Quirinale’de yeni açılan Tiziano Sergisine gittik. Scuderie del Quirinale, günümüzde 3.000 metrekarelik bir kültürel aktivite ve sergi mekânı... Yapımı ise 1732’de tamamlanmış.

Sabah Piazza del Bologna civarındaki kosher fırında güzelce kahvaltımızı ettikten sonra önce opera biletini aldık, yolda giderken bici baci scooter’cıyı inceledik, ardından Scuderie del Quirinale’ye yollandık. Üstümüzü başımızı tek sıra yapamayan İtalyan dostlarımızın arasından vestiyere bırakmayı başardıktan sonra loş sergi alanına giriş yaptık. Flaşlı flaşsız her türlü fotograf çekmek yasak, her köşe başına kırmızı –kırmızı olması önemli– ceketli görevlileri dikmişler zaten. Bu yasak sergi ortamlarında uzmanlaştığımdan yine de flaşsız çektim, yasak olmasa çekmezdim. Resimdeki pembe bina Scuderie, diğeri de Cumhurbaşkanı konutu…

Venedikli Tiziano Vecellio, 16. yüzyıl İtalyan Rönesans sanatının başta gelen temsilcilerinden. Renk ve ışık üstadı, hem çağdaşlarını hem de kendinden sonra gelenleri etkilemiş bir sanatçı… Tiziano’nun soğuk mu soğuk gotik stilden bıkan ustası Bellini, olayı biraz sıcaklaştırmak amacıyla resme ışığı getirmeye çalışıyor. Tiziano da olayı alıyor ilerletiyor diyebiliriz. E boynuz kulak olayı…

Muhteşem Süleyman, Tiziano, 1539
Sergide, Tiziano’nun İtalya ve dünyanın dört bir yanındaki müzelerden getirilmiş en önemli eserleri (Il Concerto, La Bella, Carlo V Con il Cane, Flora, vb.) bir arada. Yani olacak şey değil, bulunmaz nimet…

Tiziano, Bellini’nin öğrencisi demiştim. Bu Bellini, Giovanni olan. Kardeşi Gentile Bellini, Fatih Sultan Mehmet’in portresini yapmıştı. Aferin, adından belli, kibar insanmış. Yine ta o günden belliymiş ki Tiziano da Kanuni Sultan Süleyman’ın portrelerini yapmış, hatta 1539’da tamamladığı "Muhteşem Süleyman" adlı Süleyman portresi, 2008’de Sotheby’s tarafından 1,25 milyon TL’ye satılmıştı. Yazıktır, çok aza gitmişti.

Süleyman deyince, Tiziano’nun adı Muhteşem Yüzyıl dizisinde de sıkça geçiyor. Barbaros Hayrettin’in İtalya’nın Sperlonga köyünü yakıp yıkmaktaki amacı “Tiziano’nun resmettiği meşhur düşes Giulia Gonzaga”yı yakalayıp Süleyman’a sunmaktan ibaret ama güzelliği dillere destan kadını yakalayamıyor. İtalya dönüşünde de Pargalı’ya anlatıyor durumu. Nilgün Cerrahoğlu, dizide bu konuda geçenlerin birebir doğru olduğunu Cumhuriyet’teki köşesinde yazmıştı.

Çerçeveleriyle bakmayı sevdiğimden, sergi alanında çektiğim Tiziano tablolarını paylaşıyorum. Aşağıda sırasıyla fazlasıyla hayran olduğum Il Concerto, Orfeo ed Euridice, Flora, Tiziano, La Bella... Bu eserlerin yapılış yılı aralığı 1508-1536. Tiziano kadınları etli butlu, çıplaklıklarından utanmayan kadınlar...

Son olarak, Scuderie’nin kafesinde espressolarımızı hüplettikten sonra Quirinale’den ayrıldık. Bunlar da binanın çıkışından manzaralar…
Scuderie del Quirinale, 10 Mart 2013
2013’ün en iyi sergilerinden biri olarak gösterilen Tiziano’yu Roma’ya yolu düşenlere şiddetle öneririm. Sıraya aldanmayın, hızlı ilerliyor. 16 Haziran’a kadar…